Cemil Gülseren


Nereden nereye


Televizyonlu yılların daha başıydı. Rahmetli Kirez Nenem (Kiraz Nine) ekranda herifleri (!) görünce hemen yüzünü çevirmiş; çevirmekle kalmamış, bürükle iyice sarmış sarmalamıştı. Hem de söylenmişti; “Uşah biz onları görüyoruz da onlar bizi görmez mi?” diyerek kendine çeki düzen vermişti. Yetmişli yıllardı.

 “Somuncu Baba ve Hulûsi Efendiyi Anma Etkinlikleri”ni de bu bağlamda düşündüğümde doksanlı yıllarda Darende Endüstri Meslek Lisesi Salonundan yirmi sene sonra İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Sarayı’na gelindiğini gördük çok şükür. Değişen sadece mekanlar değil elbette. Her türlü görsel, işitsel efektler, teknolojinin en son nimetleri bütün argümanlar gözlerimizin önünde. Aşağıulupınarlı Duran Bak’ın nam-ı diğer Sürmeli’nin ilahilerinden Ahmet Özhan konserine ulaştık. Osman Hulûsi Efendi’nin bestelenmiş ilahilerini ulusal ve yerel birçok televizyon kanalında sık sık dinleyebiliyoruz. Radyolarda o aşina sözleri duyabiliyoruz. O’nu artık bütün Türkiye tanıyor. Şimdi sıra DÜNYA’nın tanımasında.

 

RAMAZANDA YENİLENMEK YA DA RAMAZANLA YENİLENMEK

 Nereden nereye diyerek örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak otuz yaş ve altı bir minder, bir semaver sohbetlerini ne anlar ne de dinlerler. Hazzını bile tatmamışlardır muhtemelen. Beklemiyorum da. Müslümanlığın formatı mı değişti diye kendime sorup duruyorum. Bir şeyler olduğu kesin ama. Yüzyıllardır dilimize dolanan bir hırka, bir lokma dervişliğinden şimdi eser var mı? Yok. Özleyen var mı? Yok. İsteyen var mı? Yok. Olana ne derler; DELİ ya da yaygın deyişle meczup… Burada benim bir gözlemim var dahası bir endişem. Belki ben karamsarım belki abartıyorum. Bunca imkan, mal, mülk, varlık, şatafat her şey çok iyi lakin muhabbeti yakalayamazsak, onu yitirmişsek şekilde kalacağız diye korkarım. Özde yiteceğiz diye endişe ediyorum. Vallahi de endişeliyim billahi de…

O Kirez Nenemin saflığından eser kalmadı. Şimdi herkes uygarlığa uydu. Doymak bilmeyen iştihanıza, teknolojinin süratine ayak değil son model arabalarınız bile yetişemez. İnsanlık kısmı gerilerken medeniyet kısmı yüksek hızlı tren gibi aldı başını gidiyor. Gönlü, gönülleri ne yaptık, aklımız neyle meşgul, beynimiz nasıl beslenir? Okuyor muyuz? Düşünüyor muyuz? Seviyor muyuz? Sayıyor muyuz? Arıyor, soruyor muyuz? Çevremizde neler oluyor görüyor, gözlemliyor muyuz? “Müminin parayla imtihanı nasıl biter?” diye dertlenmiyorum. Bana ne? Hesaplar kişisel nasılsa. Para senin, kazanç senin. Kime ne? Siz sormadan ben de sorularınızın cevabını da yazayım. Müslüman da cipe biner, donanımlı telefonu olur. Odalar dolusu ayakkabıları, dolaplar dolusu giysisi olur. Boğazda yıllarca ötekiler oturdu şimdi sıra bizde diyebilirsiniz. Şimdi muhafazakârlar da eşit değil. Çok zenginleri korunaklı sitelerine çekildiler. Mahalleden de el ayak çektiler. Geldikleri yeri de hemen unutuverdiler. Orta halli olan köylü, işçi, memur takımı varoşlarda layık oldukları yerlerde. Ramazan geliyor. Bol bol dinleriz artık: komşu, aç, tok, dayanışma, yardımlaşma kelimelerini. Günü geçmiş ya da geçmesi yakın gdo’lu az satılan yağlar, margarinler, çaylar Ramazan kolilerinde yerlerini alır cipli müslümanlarımız da vicdanlarını rahatlatır.

Hz. Ebubekir (r.a.) de çok çok varlıklı idi. Cennetle müjdelenen o dostu, sıddıkı iyi okumak lazım. Develerinin sayısıyla asla gururlanmadı. Meselem Türkiye’nin mevzusudur. Müslüman ve muhafazakâr herkesin. Her şeye karşın şımarmak kimseye yaraşmıyor. Aslı, esası kaçırmayalım yeter ki. Aşağıda, geride olanları da hatırlayalım. Geldiği yeri unutmak insana ne sağlar anlamıyorum. Yaratan hepimizin içini de biliyor dışını da. Kibir ve gurur hiçbir insana yakışmıyor aslında ama bazıları nasıl da kasım kasım kasılıyor anlayabilmiş değilim doğrusu. Belki bu Ramazan ayı yüzü suyu hürmetine mağrurlar da yumuşar da incelirler. İncelen bel değil yürek olsun. Yufka yürekli olmak hep fakirin mi kaderi Allahım? Affet ALLAHIM. Maksadı aşan bir ifadem oldu ise bu üç aylar hürmetine bağışla, affet ya Rab.

Gam da geçer; dem de. El de göçer; can da…