M. Nazmi Değirmenci


Hem edep hem edebiyat meclisi


Sene 1986… Öğlen namazını Şeyh Hamid-i Veli Caminde Osman Hulûsi Efendi Hazretleriyle birlikte kıldık. Namaz sonrasında ‘Oğul misafirlerimize camiyi gezdir ve eve getir’ diye buyurdu. Misafirlere türbeyi gezdirdim. Sandukaları, sanduka örtüsün de yazılı metni sordular, dilim döndüğünce anlattım. Eve geldiğimizde Hulûsi Efendim misafirleri bekliyordu. Her zamanki gibi odalar alabildiği kadar misafirle doluydu. Yuvarlak yer sofraları kurulmuştu. Yemekler yendi, büyük bir itinayla sofralar kaldırıldı. Semaverden çaylar dağıtıldı. Sürmeli Abi Hulûsi Efendi Hazretlerinin Divan’ından iki ilahi okudu. Öyle bir sükût hali vardı ki dışarıdan dinleseniz hiç kimse yok zannederdiniz. Camiyi gezdirdiğim misafirlerden biri sessizliği bozdu. Hulûsi Efendi Hazretlerine, ‘Efendim öyle bir meclise geldik ki, hem edep hem edebiyat meclisi. Bakıyorum da yüzlerce insan var ama en ufak bir ses yok, sinek uçsa sesi duyulur. Bu nasıl bir hal bu nasıl bir adap nasıl bir eğitim’ diye hayretini, hayranlığını ifade ediyordu. Sonradan öğrendim ki, benim Somuncu Baba’yı anlatmaya çalıştığım misafirler Kayseri Üniversitesinden alanlarında uzman edebiyat ve tarih profesörleriymiş. İşte Malatya’da yapılan Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi panelini dinlerken o günler aklıma geldi. Değişen bir şey yoktu.

Somuncu Baba ve Hulûsi Efendiyi anlamak ve anlatmak amaçlı uluslararası boyutta Somuncu Baba Hulûsi Efendi Sempozyumları yapılacak. Bu etkinlikler öncesinde planlanan Somuncu Baba, Hulûsi Efendi Panellerinden birisi de Malatya da yapıldı. 840 kişilik salonda her taraf doluydu, yüzlerce misafir genç ihtiyar paneli ayakta dinlediler. Bıkan, yorulan olmadı. Sanki Somuncu Baba’yla Hulûsi Efendi’yle berberdiler. Paneli baştan sona sükûnet içinde muhabbetle dinlediler. Bu güzel hâl paneli yöneten İnönü Üniversitesi Tarih profesörlerinden Sayın Mehmet Karagözü de etkilemiş ki bu kadar kalabalık bir topluluğun paneli pür dikkat, sonuna kadar sabırla dinlemelerine, mevcut topluluğun adabına övgü dolu sözleri oldu. Tıpkı Hulûsi Efendi’nin huzurunda ki iki profesörün tespiti gibi, hem edep hem edebiyat meclisiydi.

Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil Somuncu Baba’ya öyle farklı boyuttan baktı ki, yönetenlere, yönetmek isteyenlere Somuncu Baba’dan çok öğütler anlattı. Şimdiye kadar Sayın Şimşirgil gibi hiç bakmamıştım. Somuncu Baba’da, görmediğimiz veya göremediğimiz kim bilir daha neler vardır. Şöyle diyordu Sayın Şimşirgil; “Osmanlı’da Yıldırım Beyazıt dönemi. Niğbolu’dan muzaffer dönmüş bir hükümdarın şükran nişanesi olarak başkentte yaptırdığı, zamanın en önemli mimarî yapısı, büyük, zarif ve prestijli bir bina… Bursa Ulu Cami… Bu önemli caminin açılış hutbesini okumak üzere seçilen kişi de o kadar önemli olmalıydı. Ya zamanın âlimi, ya padişah hocası, temayül de bunu gerektiriyordu ve bu yapıldı. Osmanlı Hükümdarı Yıldırım Bayezid’in damadı Emir Sultan’a bu görev tevdi edildi. Ama o, Ulu Caminin açılış gününde açılış hutbesini okumayacak ve cemaate dönerek, zamanın âlimi Somuncu Baba Hamideddin-i Veli burada iken bu hutbeyi okumak bana düşmez diyerek Somuncu Baba’yı işaret edecekti. Osmanlı Devleti’nin Şeyhülislam’ı Molla Fenarî’nin de içerisinde bulunduğu cemaat, bu hutbe ile Somuncu Baba’yı tanıyacaktı.

O gün camiye somun pişiren, somun dağıtan vatandaştan biri, bir meslek erbabı olarak giren Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba, namaz sonunda tanınmış, şöhret olmuş, herkesin ulaşmak, görüşmek, yakınında olmak istediği kişi oluyor” diyordu Sayın Şimşirgil.

Evet, öyleydi artık Somuncu Baba’nın yeri divanlar, padişah sohbetleri, padişah sofralarıydı. Ama o bunları istemedi. Melami meşrebiyle şöhreti, malı mülkü önemsemedi. Kendini, yaratandan uzaklaştıracak her şeyden feragat etti ve Bursa’dan ayrıldı. Önce Aksaray’a daha sonra da Darende’ye geldi ve Darende’de kaldı. Bugün (Defn-i hake ıtırnak olan) Zaviye’de o misk kokulu topraklardadır.

Alınırsa, şöhret, mal mülk, varlık sahiplerine, yönetenlere büyük dersler vardır. Bu gün hakkımız olandan feragat etmek şurada dursun, hak etmediğimizi almak, şöhret içinde yaşamak yukarılarda kalmak, yönetmek, makam sahibi olmak için neler yaparız, kimlere ulaşır, kimleri devreye sokmayız ki. Kimlerin haklarını isteriz veya hak etmeyen birilerine veririz. Bizi içine alan bir girdapta dönüp duruyoruz bir gün gelecek dışarı atıldığımızda veya çıktığımızda iş işten geçmiş fırsat elden gitmiş olacak.

Yazımı Somuncu Baba’nın sözleriyle tamamlamak istiyorum:

 

Dilde kanaat olmaya

Züht ile taat olmaya

Senden hidayet olmaya

Yarap n’ola halim benim.