Musa Tektaş


Tevazulu Bir İnsan Uzun Hacı


Tevâzûlu Bir İnsan UZUN HACI

 

Güzel insanlar hayatlarını güzelce tevâzûlu bir şekilde yaşar ve arkalarında güzel hatıralar bırakırlar. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretlerine komşuluk şerefine nail olan bahtiyarlardan biri de; gönülden bağlılığı her şeyin üstünde tutan, Hacılar Sıragoz Mahallesinden Hacı Mustafa Uzun’dur. Halk arasında kısaca Uzun Hacı olarak tanınırdı. Esnaf içinde tevâzû abidesi olarak bilinirdi.

1900 yılında Hacılar Sıragoz Mahallesinde dünyaya gelir. Aile lakapları Uzunlar olarak bilinirler. Onun için de soyadı kanunundan sonra Uzun soyadını kullanırlar.

Gençlik yıllarından itibaren ticaret ve kervancılıkla uğraşır, Maraş, Göksun, Pınarbaşı, Gürün, Darende istikametinde nalburiye ve çeşitli ihtiyaç maddeleri naklini ve satışını gerçekleştirir. 1945 yılından itibaren Darende’de sabit nalburiye dükkânı açarak ticari faaliyetlerini devam ettirir.

İhramcızade İsmail Hakkı Efendi (k.s)’ye intisaplıdır. Daha sonra da bu gönül bağını Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ile devam ettirir. Hulûsi Efendi’ye yakın olmak, sohbetlerine katılmak maksadıyla, 1974 yılında Zaviye Mahallesine yerleşir. 1986 yılında Hakk’a yürür.

Oğlu Hasan Uzun’dan öğrendiğimiz kadarıyla, geceler boyu sohbet edip, sabah namazlarını Şeyh Hamid-i Veli Camiinde kılmak için, seher vaktinde yola düştüğüne aile fertleri çok kere şahit olmuştur. 1965 yılında bir trafik kazası geçirip, sağ ayağının sakatlanmasından sonra da bu azmi hiç eksilmemiş, muhabbeti artarak devam etmiştir.

Yine oğlu Hasan Uzun diyor ki; “Bize bazı sözleri sanki unutmuş gibi sık sık hatırlatırdı. Aslında unutmazdı ama bizim kulağımıza küpe olsun diye tekrar ederdi. Özellikle Somuncu Baba ve ahfadına, Hulûsi Efendi Hazretleri ve ailesini karşı kendi hürmet gösterdiği gibi, bizim de daima hürmet göstermemizi sık sık hatırlatırdı. Bir nevi vasiyette bulunurdu. Öğütlerinde, ticarette kanaatli olmayı, malı fahiş fiyatla satmamayı bize öğretirdi. Filan zengin olmuş, şu kadar servet biriktirmiş dediklerinde “Namazını kılıyor mu?” sorusunu ilk defa sorar, eğer kılmıyor derlerse, “Alt ucu bağlar gazeli” derdi. Helal-haram demeden mal biriktirip, evladına bırakanlara acır, “Onlar malını yiyecekler, adamcağız ahirette azabını çekecek, hesabını verecek derdi.”

 

BÜYÜKLERİN HİMMETİ

Nakşibendi yoluna mensubiyetiyle her zaman iftihar eder, bu yolun büyüklerinin kendine çok himmet ettiklerini zaman zaman anlatırdı. Oğlundan dinleyelim:

 

“Askerden dönerken, yorulur bir kamışlığın içinde yatar. Rüyasında nurani yüzlü bir zat gelir ve “Oğlum çabuk uyan, kamışlıktan çık” der. Bu sözle irkilip dağa doğru çıkınca, kamışlığın alev alev yandığını gözleriyle görür.

Maraş’ta esnaflık yaptığı yıllarda kardeşi Osman’da Osmaniye’nin bir köyünde satıcılık yapmaktadır. Bir gün yayına bir tanımadığı zat gelir, İhramcızade Hazretlerinin selamı var, kardeşin Osman çok rahatsız hemen yanına gitmeni istiyor der ve gözden kaybolur. Belki de bu gelen Hızır (a.s)’dır. Hemen atına binen Uzun Hacı Osmaniye’ye ulaşır, kardeşini alır doktora götürür, oradan Darende’ye getirir. Üç gün sonra kardeşi vefat eder.

Yine Maraş’tan nalburiye malzemesi getirirken, yolunu eşkıyalar keser. O da atından iner, “Allah’ım atımı sana emanet ediyorum, Peygamberimiz ve onun yolundan giden manevî büyüklerimizin hürmetine malımı da canımı da kurtar.” diye dua eder. Atı serbest bırakır. Eşkıyalar kendine bir şey demezler. Yaya olarak Darende’ye gelen Uzun Hacı mal yüklü atının dükkânın önünde olduğunu görür ve çok sevinir.”

 

Mektupların ve şiirlerin mesajı aslında bütün okuyucularadır. Sadece ilk yazılan şahsın değil, sonra her okuyanın ondan bir şeyler öğrenmesi lazım. Mektubat-ı Hulûsî-i Darendevî’deki 44. mektubunu Uzun Hacı’ya hitaben kaleme almışlardır:

 

“Gözüm Nuru!

Eski dostlarından yüz çevirenden yüz çevirmek lâzım ve bütün Allah dostları bu yola niyetli olduklarından, (sen yine de) eski dostlardan uzak olma. Ta ki Allah dostlarının tanıdıklarından olup, kendi dostluğunu bilesin ve böylece gerçek tanışıklık ve yakınlıkla Hakk`ın dostluğuna, olması gereken dostluğa gelesin. Sâkinin elinden mest olmadıkça (bu meclislerdeki sohbetlerde, muhabbetten nasiplenmedikçe) meyhâne sâliklerinden sayılmadığı gibi (bu muhabbet yolunun yoldaşı sayılmayacağı gibi) gafillerin, Allah`ı unutan, dünya zevklerine dalanların sohbetinden ayrılmadıkça bu gafletten, nefsin bu esaretinden, lüzumsuz işlerle uğraşmaktan kurtulmuş olamazsın.

Ansızın kervan göçer sen de -su vadisindeki susuz kalmış biri gibi- yârsız ve yârânsız kalırsın. Ne sevenin, ne sevdiğin kalır. Bedenin düştüğü durum, onun eriştiği pişmanlık da artık faydasızdır. Bedenin, varlığın bu dersi almış ama ne çare! Hasta olmazdan önce sağlığını en büyük hazine bilmen gerek. Sağlığın senin en kıymetli kazancındır. O sağlık ki en büyük nimettir, en büyük hazinedir. Kendi arzularına uyup mahvolmaya, yok olmaya aday olan budalalardan olma.

Doğru olan iş, gün gibi meydana çıkmış bir devlet ile ayakta kalmak, dik durmak yeterlidir. Her şey apaçık ortada iken böyle bir devletin kıymetini bilmemen yazık ki divanelikten başka bir şey değildir. Doğrusu bu devlet ile ol. O sana yeter.” (Güncelleme: Cemil Gülseren, Bkz: Somuncu Baba Dergisi, Mart 2011, s. 7.)

 

BİR ŞİİRİN HİKÂYESİ

Bu mektubun sonunda bir de şiir vardır. Bu şiirin hikâyesi ise şöyle cereyan eder: Hulûsi Efendi Hazretlerinin sohbet ortamlarına iştirak eden Uzun Hacı bir gün arkadaşlarla birlikte yağ ve bal ikram edeceğine söz verir. Bir müddet geçer davet bir türlü gerçekleşmez. Hazret şu şiiri kaleme alır:

 

Uzun Hacı sözün bitirirse ger

Va’dini yerine getirirse ger

İnsâf idüp yârin getirirse ger

Balını yağına katanlardanız

(Uzun Hacı verdiği sözü tamamına erdirip, vadini yerine getirirse, hatta sevdiklerini bir sofra etrafında toplarsa işte o zaman balını yağa katar bir muhabbet ortamı tesis ederiz.)

 

Eğer va’din inkâr etmek isterse

Zahmetsiz murâda yetmek isterse

Yüzünü dolayup gitmek isterse

Boğaz boğaz olup çatanlardanız

(Eğer verdiği sözü tutmaz, nasıl olsa unuturlar der ve o vadini yerine getirmekten kaçınırsa, biz davamıza devam eder, o sözünü hatırlatırız.)

Bu dörtlükte ahde vefaya vurgu vardır. Vefa, gönül bahçelerinde yetişen bir güldür. Vefalı insanlar duygu, düşünce ve tasavvurda aynı şeyleri gül güzelliğiyle paylaşan kişilerdir. Kin, nefret ve kıskançlık gibi duygular vefakâr gönüllerde kendilerine yer bulamaz. O gül ki, sevgi suyuyla beslenir, dalları yeni goncalar açar, güzelliklerle süslenir. Vefayı şiar edinenler, konuşurken doğru söyler, verdiği sözde durur, ettiği yeminlerde vefalı olur.

Kur`ân-ı Kerim`de, Yüce Allah (c.c.), kendisinin vefalı olduğunu dile getirdiği gibi, vefayı başta peygamberler olmak üzere seçkin kişilerin özelliklerinden ve insanlığın temel iyiliklerinden biri olarak zikreder. Şiir şöyle devam eder:

 

Gürün’e Sivas’a kaçsa imdâda

Bu borçdan kurtulup olmaz âzâde

Eğer âhiretde eğer dünyâda

Varup yakasını tutanlardanız

(Gürün’e, Sivas’a gidip, birilerini yardıma çağırsa, bu borcunu ödemedikten sonra biz vazgeçmeyiz. Bu dünyada vermezse, ahirette alırız.)

 

Maksûdumuz yâğ u bâl değil elbet

Gönülden gönüle hasbî meveddet

Hâsıl etmek için zevk-ı muhabbet

Âlemi bir pula satanlardanız

(Aslında sürdüğümüz dava yeme içme davası değil. Bir muhabbet oluşturmak için böyle söylüyoruz. Kardeşlik duygusunun ikramın, arkadaşlarla paylaşmanın önemine vurgu için dile getiriyoruz. Yoksa dünyalık şeylere bir ihtiyacımız da yok, itibar etmeyiz.)

 

Dünyâyı ukbâyı arkaya atup

Hırkayı destârı şarâba satup

Dost için yağını balına katup

Toprağa yüz koyup yatanlardanız

(Biz dünyayı ve ukbayı muhabbet için terk etmişiz. Dostlarımızla içeceğimiz bir bardak çay, bizim için daha değerlidir. Dostlarımızın gönül birliğini sağlamak için şeriat ve tarikat bilgilerinin artmasını, irfanlarının yücelmesini istiyoruz. Ve bunu da tevâzû ile yerine getiriyoruz.)

 

Eğer Antep eğer gitse Maraş’a

Kurtarırım sanup düşse telâşa

Elbet bir gün gelirsek baş başa

Oyunda kendini utanlardanız

(Eğer Antep’e veya daha önceden arkadaşlarının bulunduğu ticaret yaptığı Maraş’a gitse bile bu işten kurtulamaz. Mutlaka bir gün baş başa geleceğiz ve o da bizim dediğimizi yerine getirecek.)

 

Eğer gönlümüzü almak isterse

Gemisin’ engine salmak isterse

Soyunup bu bahre dalmak isterse

Tutup yakasından atanlardanız

(Gönlümüzü almak ister, bizi razı etmek isterse, tevâzû gösterip enginlere yelkenini indirmeli, hatta muhabbet deryasına dalmak, derinlerden inci mercan toplamak istiyorsa, biz onu bu maneviyat denizine atarız.)

 

Bu bâl u bu yağdan asıl murâdım

Şerîat tarîkat remzini yâdım

Bu sırrı söyleten büyük üstâdım

Can verüp eteğin tutanlardanız

(Şeriatla tarikatın bir Müslüman’da birleşmesi öyle güzeldir ki, bir sofradaki bal ve yağ gibidir. Pirim İhramıcazade Hazretlerinin himmetiyle sana bunları hatırlatırken, ben ona sıdkı candan bağalıyım.) Bu arada bir güzel mankıbe nakledelim:

 

BAL TEFSİRİ

Hz. Ali Efendimiz (r.a) bir gün bir gazadan, bir harbden dönmüştüler.

Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (Radiyallahü Anhüm ) Hz. Ali Efendimizin hanesine (evine) varıp:

- Gazan mübarek olsun, Ey Allah’ın Arslanı, diyerek tebrik ettiler:

Hz. Ali Efendimiz, misafirlerine billur gibi pırıl pırıl parlayan, ışıl ışıl yanan kalaylı bir kâse içinde bal getirip bu seçkin misafirlerine ikram etti.

Hz. Ebu Bekir (r.a) Efendimiz, elini uzatıp baldan yemek üzereyken balın içinde gayet ince bir kılın uzanmakta olduğunu gördü. Ve kılı almak istedi. Hz. Ömer (r.a.) mani oldu.

Hz. Ömer Efendimiz: “Bırak Ya Eba Bekir! Bizler ki, Allah Rasûlü’nün cihar-ı yâriyiz. Umulur ki bizleri tecrübe için bu kıl buraya konmuştur. Bu vesileyle her birimiz bu bal hakkında birer tefsirde bulunalım.” buyurdu.

Hz. Ebu Bekir (r.a) Efendimiz, tefsirinde şöyle buyurdu: “Namaz kılan müminlerin kalbi nurludur bu kâseden, dünya meşgalesini gönlüne sokmadan namazını kılmak tatlıdır bu baldan ve tüm mahlûkattan uzak olmak suretiyle Cenab-ı Hakk’ a yönelmek incedir bu kıldan.”

Hz. Ömer (r.a) Efendimiz de tefsirinde buyurdu ki: “Misafirlerini seven hane (ev) sahibinin kalbi nurludur bu kâseden, misafiriyle sohbet etmek tatlıdır bu baldan. Misafirlerin kalbi incedir bu kıldan”

Hz. Osman (r.a.) Efendimizde tefsirinde: “Âlimlerin kalbi nurludur bu kâseden. Âlimler ile sohbet etmek tatlıdır bu baldan. Kur’ an-ı Kerim’ e ma’na vermek incedir bu kıldan.”

Hz. Ali (r.a) Efendimizde tefsirinde: “Gazaya giden gazilerin kalbi nurludur bu kâseden. Kâfirlerle cenk etmek tatlıdır bu baldan. Kul hakkı geçirmeden hanesine (evine) dönmek incedir bu kıldan.”

Cihar-ı yar-i güzinin bu nükteli ve hikmetli tefsirini duyan Hz. Fatıma çok çok duygulanmış ve o da kendisine göre bir tefsir yapmıştır.

Hz. Fatıma validemiz de tefsirinde şöyle buyurdu : “Kocasını razı eden kadının kalbi nurludur bu tabaktan. Kocasına eza-cefa vermeden güzel güzel geçinmek tatlıdır bu baldan. Kocasının hakkını yerine getirmek ve onu memnun etmek incedir bu kıldan.”

Bu esnada Rasûlullah Efendimize haber ilettiler. Tam bu sırada Rasûlullah da teşrif etti. Ve durumdan haberdar oldu. Rasûlullah buyurdu ki: “Dostlarım bir tefsirde ben yapayım.” buyurdu ve: “Ümmetimin kalbi nurludur bu tabaktan. Kevser şarabı tatlıdır bu baldan. Şeriatımın yolu incedir bu kıldan.”

Bu esnada Cenab-ı Hak, Cebrail’i (a.s) göndermişti. Cebrail de bir tefsirde bulundu:

- Kardeşim Ya Muhammed (s.a.v)! Senin peygamberlik mührün nurludur bu tabaktan. Yarın kıyamet gününde ümmetine şefaat etmen tatlıdır bu baldan. Sırat köprüsü incedir bu kıldan.”

Hulûsi Efendi Hazretleri Divan’ın da şöyle buyurur:

Şerîat tarîkat resm-i râhımız
Hakîkat ma’rifet izz ü câhımız
Tevhîddir hısnımız Hak penâhımız
Sanma bizi yoldan sapanlardanız

Ümmetin önderleri olan kâmil veliler, hakikaten ilmen ve ahlâken peygamberlerin varisleri oldukları için hep hayır için çalışırlar. Dinin hükümlerine göre hareket eder, tasavvufun ince yolunda merhale katederler. Onlar, vahy kaynağından feyz alarak Rasulullah’ın zikrini yaşatmak, dininin eserlerini, şeriat ve ahlâkının bilgilerini yaymak için ümmete hayır ve fazilet öğretmek itibarıyla cennette Rıdvan kaynağından akan Kevser nehrine benzerler. Peygamberler, Allah’ı bilme esaslarında birlik olup da şeriatte (dinin amelî hükümlerinde) farklı olarak halkın kurtuluşu için ilâhî rahmetin yayıcıları olduğu gibi, ümmetin bilginleri de kalbleri hak tevhîdi ve vicdanları Muhammedî ahlâk üzere rıdvan neşesiyle Muhammedî şeriatın esaslarında birlik ile halka rahmet yayarlar.

Uzun Hacı’ya yazılan şiirin son dörtlüğü şöyledir:

Hulûsî dost’çün toprak yüzümüz

Uzun Hacı bizim iki gözümüz

Eğer lâtîf gelmez ise sözümüz

Hicâb deryâsına batanlardanız

Bu son dörtlükte Hulûsi Efendi Hazretleri tevâzûnun zirvesini beyan buyurmuştur. Onu ne kadar çok sevdiğini belirtmiştir. Sözlerinden gücenmemesini arzu etmiştir.

Yazımızı bitirirken, bir tevâzû abidesi olan Uzun Hacı Mustafa’yı rahmetle analım…

 

Fotoğraf için tıklayın

http://www.darendehaber.com/gallery_photo.php?pg_id=946