Cemil Gülseren


Kitap kabı


Şimdiki çeyizlerde var mıdır bilmem ancak yirmi yıl öncesine kadar bir de işlemeli satenden içerisine Kur’an-ı Kerim konulan duvara asılan bir el işi kitap kılıfımız vardı. Örtü desek daha iyi olacak. Evin en güzel bir köşesine çoğunlukla da yatak odasının baş tarafına asılırdı. Korunmasına özen yönünden güzeldi lakin süslü püslü, cicili bicili bir kılıf içinde hapsolmuş hissi vermesi bakımından beni üzerdi bu kılıflar. Kaç kez onu dışarı çıkartmışlardır diye kendimce iç geçirmişliğim olurdu. O bulundurmak içindi, asılır öyle kalırdı. Bir de dizi dizi raflar vardır aksi, asabi babaların, dedelerin kitapları. Çocukları bilir de torunları sıkı sıkıya tembihlerler; “Aman çocuklar onlar dedenizin kitapları dokunmayın.” Deyiş o deyiş. Çok güzel söz tutmuş evlatlar ki kimsecikler kitaba dokunmuyorlar. Kabre gitmiş sahipleri orada bunun da hesabını vereceksiniz. Hayırsız mirasçılar sizden sonra da dokunmadılar ama talan ettiler. Yazmalarınız varsa da sattılar heba ettiler. Siz de orada hesabı görün.

Gazali’nin ders notları

Meşhur Müslüman bilgin Gazali, zamanın ilim merkezi Nişabur’a gelir. Hocaların gözdesidir. İsteklidir. Bildiklerini, elde ettiklerini ve tecrübelerini kaybetmemek adına onları düzenli bir şekilde yazar ve defter haline getirir. Yılların emeğidir doğal olarak tatlı canı gibi korur onları. Nihayet vatanına dönme vaktidir. Bir kafileye katılır. Olacak ya hırsızlar kafilenin önünü keserler. Herkesi yoklarlar alacaklarını alırlar. Sıra Gazali’ye gelmiştir. Torbasına el atarlar. Bir sürü defter. Gazali yalvarıp yakarmaya başlamıştır: “Bundan başka ne varsa alınız bir tek bunu bırakınız bana” der. Eşkıya reisi iyice meraklanır. Açar bakarlar ki karalanmış kağıtlardan başka bir şey değil. Reis sorar: “Bunlar nedir, neye yarar?”

Gazali, “-Size yaramayan o şeyler bana yarar” der. “- Nasıl yani?” dediklerinde; “-Bunları benden alırsanız, bilgilerim boşunadır, yıllardır çektiğim zahmet de, tahsil de heba olup gider.” Eşkıya reisi söyler: “-Yeri bohça olan ve çalınması mümkün olan bilgi, ilim değildir. Şu eşeğin sırtındaki defterler olmasa sen bir hiç misin?” “Evet” der Gazali. Bunun üzerine eşkıya reisi; “-Git de haline bir çare düşün” der ve o an Gazali’nin ruhani durumu sarsılır. Eşkıyanın irşad ettiği alim diye değişik biçimlerde anlatılır bu kıssa. Papağan gibi kaydolunan bilgiler değil de beyne, zihne, gönle, ruha işlenen  bilgilere öncelik verir ondan sonra. Demiştir de, “-Öğütlerin en iyisini yol kesen bir hırsızın dilinden işittim” diye.

Bir çekişme mi yoksa yarış mı?

Şeriat-Tarikat-Marifet sırası hiç bozulmaz. Tartışılır hep. Marifete ulaşmak için âlimler ve âşıklar arasında uzayıp giden bir çekişme sürüp gider. Biri der; “Ben yazıyorum ya, aşkı anlatıyorum. Yetmez mi? Âşık ki bir başına işte. Bense binlerce âşıkın haline tercüman oluyorum. Binlerce aşık adayı da okuyor. Benim yolum daha hayırlıdır.” Bir diğeri de; “Ben dinimi, diyanetimi dört dörtlük yaşıyorum.-Kendince- Şeraiti harfiyen uyguluyorum. Kılı kırk yarıyorum. Suyu üfleyerek içiyorum. Daha ne olsun.” “Ben daha daha başka bir lezzetin peşindeyim.” diyene ne lazım gelir? Hal ehlinin gönlü dahasını istiyor. Vermek lazım, sunmak gerek. Vecd var, aşk var kabına sığmayan, satırlarla tanımlanamayan. Aşk üzerine yazmak hep para eder. Müşterisi boldur. Ben aşkı yaşamayı severim kimi yazmayı. Ben onu tatmayı isterim. Kitaplardan almasını bir türlü beceremem. Aşkı anlatıyorum diyenin kendisi âşık değil. Aşktan nasipsiz. Edebiyat öğretmenleri vardır şiiri anlatır ama şiir yazmamıştır belki de. Eskiden bir de aşk mektubu yazan taife vardı. Şimdi de hazır mesajlar yayınlıyorlar cep kitapçığı tarzında. Onun gibi işte. Heyecanı yoksa yazdıklarınız boşuna. Yanardağ misali durur durur patlar, ırmak gibi çağlar, bülbül gibi ağlar insanları nasıl dinginleştireceksiniz? Şu kitabımı alın, okuyun diye mi?... Kitabınız kalbe hitap etmiyorsa nafile senin çaban. Sen müşteri peşindesin, gönül değil. Dirilere gönderilen Yüce Kitabımızı da o yüksek çivilere asmaktan vazgeçip el sürelim, kulak tutalım, göz göze gelelim.

Kitabı gönülden okuyacaksın, gönülden yazılanı okuyacaksın. Dünyalık endişesiyle yazılanı değil. “Bana dünyalık olarak kitap sevdirilmişti. Hacdan sonra o da yok diyen Gönül Sultanlarından Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi acaba neyi işaret etmişti? Bütün kitaplar onu anlatmıyorsa, O’na dayanmıyorsa neyleyim ben onları? Habibullah’a uzanmayan aşk, aşk mıdır? Yazın, yazın, yazın ama bir kere o aşkı tatmadıysanız yazık, yazık, yazık.