Cemil Gülseren


Bayram bu Bayram


Bektaşi’nin birine; “-Bu Ramazan’ı nasıl çıkardın?“ demişler. “-Otuz kişi toplandık, bir günde çıkarıverdik” demiş.

Öyle veya böyle Ramazan’ı çıkardınız bayrama erdiniz. Niyetiniz dilinizde, Allah gönlünüzde, dileğiniz bayramda olsun. Yüzünüz bayram gibi olsun. Kapına gelenler aşına değil kaşına bakar. (Aşın ne olduğunu bilmeyen gençler için hatırlatayım; köyümüzde “Balaban’da” aş; yemek, çoğunlukla bulgur pilavı anlamındadır. Aşçı sözcüğü de bu “aş” kökünden türemedir.) 

Bayram; yenileşmenin, değişmenin, başlangıcın noktası da olabilir sizin için. Ama asıl olmazsa olmazı barış ve birliğe vesile olmasıdır. Birçok kararımızı bayramı esas alarak vermez miyiz. Bayramdan sonra buluşalım, görüşelim, başlayalım.  Bayramdan sonra düğün, dernek, taşınma, tayin, ev bark, göç hep bayramdan sonra olacaktır. Bayramın kendisi hoşgörü bağışlanma, affetme olarak algılanır. Değişimin, yeni kararların başlangıcı sayarsan bayram, bayram olur. Sadece delilerle ölüler değişmezmiş. Sizin için bayram değişmeye, yenileşmeye fırsat olmuyorsa yeme içme, gezme tozma olarak kalıyorsa hasıl olacak sevabınız da sadece ikramınız kadardır. Aldığınız gönül kadardır. Bu bayramın görünür dış yüzüdür. İç yüzü de senin senle yüzleşmendir. Bayramı ben önce içimde yaşamalıyım ki dışa da yansıtabileyim.   

Yine takılmışlar Bektaşi erenlerinden birine; “-Yahu koskoca Ramazan geldi gidiyor, hâlâ sen oruç tutacaksın!” demişler. Bektaşi de; “-Mübarek Ramazan gelir gider; yine gelir fakat ben gidersem bir daha gelmem” demiş. Bundan hisse çıkarsak mı acaba! Doğrudur Ramazanlar gelir gider. Bayramlar gelir gider. Sen bir kez gelirsin ve bir kez gidersin. O arada ne yaptığına bakılır. Ve ne yapmadığına da… Biz bu Ramazanda ülke olarak, millet olarak iyi şeyler yaptık. Herkes seferber oldu Somali için. Bize yakışanı yaptık Elhamdülillah.

İçi Boş Çerçeve

Bizimkiler, ötekiler kavramlarını ne sık kullanır olduk. Bir de çerçevelere sıkıştırıp duvarlara astık. Herkes kendisine ait olanı asmış duvarına. Hani ayakkabı tamircilerinin boyasız viran duvarlarında gördüğünüz taraftarı olduğu takımın şampiyonluk hatırası gibi fotoğraflar.

Biz de çerçeve içine adımızı, kimliğimizi, rengimizi, reyimizi hepsini sıkıştırdık. Gören bizi hemen anlasın diye. Sen Sünni misin, alevi misin yetmez; Cemaatçi misin, Kadiri misin, Cerrahi misin Nakşibendi mi?.. Nakış nakış işledik o resme. Afrika’daki kıtlığı haber verince haberler, yokluğu bildirince ajanslar, açlığı sergileyince kara kuru bebek cesetleri anladık ki biz önce insanız. Kul olmanın farkındalığı, Müslüman olmanın şerefi ve onuruyla hareket edince Türk insanı, mutluyuz hepimiz Biz yardım edince, koruyup kollayınca biziz. Bunu milletçe bir kez daha hissettik, farkında mısınız?

Adın can imiş, soyadın kurban imiş, dostmuş, arkadaşmış, yâr imiş, kardeş imiş… Ne fark eder? Hepsi hâldeşlerindir, yolda yoldaşlarındır. En iyisini bizim millet yapmıştır. Allah bu milleti elbette koruyacaktır. Bu devlete zeval vermez inşâallah. Siz ey çok konuşup, az iş yapıp da yapıyor gözüken dünya örgütleri, güçleri, devletleri neylersiniz? Ancak seyredersiniz. İstatistik yayınlarsınız, rakamlar sıralarsınız. Kredi notları düşürür, kriz senaryoları yayınlarsınız. Siz ülkeleri, milletleri birbirine düşürmeye çalışan; ilişkilerini soğutmaya çalışan bencil batılı kuruluşlar, siz ne işe yararsınız? Çatışmaları, ayrılıkçı hareketleri ısıtmaktan başka… Sizin fotoğrafınız bile sahte, gözyaşı deseniz hiç olmadı ki. Vicdan ne gezer! Sömürdünüz, bitirdiniz koca kıta Afrika’yı. Birbirine kattınız, çaldınız, kaçtınız, gittiniz… İçi boş kurumsallaşmış örgütleriniz gönülden yoksun gönülsüzler muhabbet bilmez yüreksizler, o mazlumların ahı vahı sizi er geç tutacaktır. Dünya seyrediyor, Türkiye koşuyor, Allah da yüz güldürenin yüzünü güldürecektir. Yüzsüzleri de bütün dünya biliyor; Âlemlerin Rabbi de…

Sınanmak mı, Sakınmak mı?

Sakınmak, tedbirli olmak mı dersiniz yoksa çekinmek mi? Hatta kıskanmak belki korkmak. Bence çekinmek daha yakın bir karşılık olsa da hepsini de içerir. Emir olmasa da uyarma maksatlı söyleyişini ise çok severiz, çok da kullanırız. “Sakın!.. Aman ha, sakın ha” tarzı ikazlarımız pek sert olur. Sanki tehditle gözdağı kokar sizin bu “Sakın”lı seslenişleriniz. Tehlikeye yakın, risklerle yüz yüze ürkütücü bir de kelime türetmişiz. Sakınmak’tan “sakınca”. Bir adım ötesi ise “sakıncalı”dır. Birileri size yapıştırır, size yakışmasa da. Ama kul yapışana değil yakışana yakın olmalı, değil mi? 

“Bendelük tavrına olsun amelün

Hak âzârına dırâz itme elün.” Nabi

(Yaptığın her şey kullara yakışır şekilde olsun. Allah’ı gücendirecek bir şeye sakın elini uzatma)

Yetmez mi?