Musa Tektaş


Zaferi müjdeleyen kahraman gazilerimiz


“Sevkiyatla askere yeni gidiyordum. Mola verilen bir yerde yatmak için münasip bir yer arıyordum. Baktım ağacın altında yaşlı bir adam oturuyor. Yaklaşarak selam verdim.

“Gel evlat hayırlı bir yola gidiyorsun. Allah senin her zaman yardımcındır. Bütün muharebelerden yüzün ak çıkacak. Çok kâfir kıracaksın. Bir devlet bulacaksın fakat almayacaksın. Muharebede de ölmeyeceksin diyerek sırtımı sıvazlayıp ayrılmıştı. Ben bu zatın Hızır olduğuna inandım. Hakikaten Ermenilerin ve Rusların çekilmelerinde bir köyde torba dolusu madeni lira bulduğum halde almadım. Bundan dolayı savaşta düşman kurşunuyla da ölmeyeceğime inanıyordum.”

Dinimiz, askerliğin,  askeri silahlandırmanın ve düşmanlara karşı hazırlıklı olmanın üzerinde, önemle durur. Bu gibi görevlerden kaçanları da kınayarak onların olgun mü`min olamayacaklarını belirtir.

Askerlik sanatını öğrenmeyi ve onu unutmamayı tavsiye eder. Bir hadisi şerifte Rasul-ü Ekrem Efendimiz buyuruyor ki : "Bir kimse ok atmasını öğrenir sonra onu terk ederse bana isyan etmiş olur." demek ki, Müslümanlara, düşmana karsı kullanılacak silâhların nasıl çalıştırılacağını öğrenmek ve bu bilgilerini daima taze tutmak bir vecibe olmaktadır. Böylece askerî eğitim görmek ve onu iyice öğrenmek her Müslüman için kaçınılmaz bir görev oluyor demektir. Çünkü disiplinli bir askerî eğitim, fertleri birbirine bağlayıp başıbozukluktan kurtarır. Asker arkadaşlığı unutulmayan hatıralarla doludur. Böylece birbirine bağlananları Cenâb-ı Hak da sevmektedir. Bununla ilgili olarak bir âyet-i kerimede "Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. " (61/Saff, 4) buyrulmaktadır.

Sebepsiz olarak askerî vazifeden kaçanlar günahkâr olurlar. Kur`an-ı Kerim`de askerden kaçanların ve hile ile askere gitmeyenlerin bu hallerinden dolayı Cenâb-ı Hakk`ın onların kalplerini mühürleyeceği ve onların başına nelerin geleceğinin bilinmeyeceği açıkça belirtilmiştir.

Adalet ve hürriyetle hüküm süren millet

Hiç bir milletin tarihinde görülmedik bir fütuhatla Japon Denizinden Atlas Okyanusu`na, Sibirya`dan Habeşistan`a kadar uzanan üç kıtada onaltı İmparatorluk, sekseni aşkın büyük devlet kuran Türk milleti, zaferlerindeki başarısını adaletli idaresine, üstün askerî dehasına ve başarılı harp taktiğine borçludur. Her zaferin açtığı yeni ufuklara bir hürriyet ve istiklâl güneşi gibi doğup ve bir su gibi akıp giden bozkır çocuğu Türk Milleti gittiği her yerde saygı ile karşılanmış, dostunun olduğu kadar düşmanının da takdirine mazhar olmuştur. Çünkü Türk Milleti,  İslâm`ın kendisine kazandırdığı üstün meziyetlerle gittiği her yerde İslâm kardeşliğini, insan eşitliğini, haklara saygıyı, hürriyet ve istiklâl sevgisini götürmüş, düşmanlarını bile bağrına basmış, onları zulmün bataklığında boğulurken adaletin şerefli elleri ile hayata kavuşturmuş. İnsan haysiyet ve şerefinin, dünya barışının teminatı olmuştur. Bu nedenledir ki ünlü İtalyan filozofu Cappanella milletimizi dünyaya şöyle tanıtmaktan kendini alamamıştır : "Hakikat, adalet ve hürriyetin hüküm sürdüğü Güneş Ülkesinin gerçekleşeceğine inanıyorum. Çünkü Türkler var."

Kendisini cihan barışına, insanlık idealine adayan milletimiz, ruhundaki bu fazilet güllerini Yüce Allah`ın: “De ki: ‘Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin.’ Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz müslümanlarız.”  (3/Ali İmran, 64) şeklindeki ilâhi rahmet damlalarından suluyor ve insanlığı İslâm kardeşliğine, insan eşitliğine davet ediyordu.

Millî bayramlar birlik günüdür

30 Ağustos Zafer Bayramı, büyük milli bayramlarımız arasına girmiştir. Gerek dinî, gerek millî bayramlar, manevî değerlerimizdendir. Bayramlar, önemli olayların hatıralarını yaşatır. Millet hayatında çok büyük bir yeri olan o önemli olayların mutluluğunu milletçe hep birlikte, içimizde, duyarız. Toplumun oluşmasında, yoğrulup millet halinde, birlik ve beraberlik içinde yaşamasında, başta bayramlar, milli ve manevi değerlerin ne kadar önemli bir yer tuttuğunu hepiniz bilirsiniz.

1071, 26 Ağustos`unda yani bundan 940 yıl önce atalarımız, Malazgirt Zaferi ile Anadolu’yu Türklere ebedî yurt yapmıştır.

1922 yılının 26 Ağustos`unda başlayan büyük taarruzla ise, işgal edilen kutsal vatan toprakları, 30 Ağustos günü kazanılan büyük zaferle, düşmandan temizlenmiştir.

Din, Vatan ve Hürriyet... İnsanın, kutsal hak ve değerleridir. Müslüman, dinsiz, vatansız, hürriyetsiz yaşayamaz; bu temel değerler uğrunda can feda eder. Bu kutsal hak ve değerleri uğrunda şehit veya gazi oluncaya kadar savaşır.

Bu vesileyle canını dini ve vatanı uğruna feda eden şehitlerimizi rahmetle anıyor, gazilerimizi de hayırla yâd ediyoruz…

Darendeli gazilerimiz milli mücadele yıllarında Allah`ın yardımı ile canları pahasına bu Cennet vatanımızın savunması için cepheden cepheye koşmuşlardır. Onlardan Çukurkaya Köyünden Hasan Akdemir’in (Vefatı: 20.04.1974, Allah rahmet eylesin) hatıralarını sizlerle birlikte okuyarak,  bayramların heyecanını hep birlikte duyalım ve milletçe paylaşalım:

 

HASAN AKDEMİR (Darende Çukurkaya Köyünden)

Askere süvari çavuşu olarak başlayıp yaptığı baskınlarda iki tane madalya ve takdirname alarak Kafkas Cephesi`ni taş taş gezen, savaşta ölmeyeceğine inanan gazimiz yaşadıklarını hatıratında bakın nasıl dile getirmiş:

Askerliğe 1911`de gittim. Kıtam Erzurum`du. Burada sevkiyatı dizdiler. Sınıflara ayırdılar.   Benim birliğim 25. Süvari Alayı idi.   İstanbullu bir kumandanım vardı. Suphi Bey… Talim ve terbiyeyi bitirince topçuları alarak Balkanlar`a gönderdiler. Bize de "Siz de hazır olun." dediler. İki buçuk yıl sonra Erzincan`a geldik. 6 ay sonra terhis oluyorsunuz, diyerek bir akşam teskerelerimizi verdiler. 3 yıllık askerliğim süresince bir gün bile izin kullanmadım. Sevinçten hemen hamama gidip hazırlandım. Sabah olunca ne göreyim herkesin elinde bir sarı zarf. Bu şaşkınlık içinde bir sarı zarf da bana verdiler. Ne yaparsın mukadderat deyip tekrar gidip elbiseleri giydik.

Bizi Erzurum’a sevkettiler. 9. Kolordu 17. Fırka`nın 25. Süvari Alayı`na gidip katıldım. Hemen bizi alel acele hazırlayıp Tortum Karadağ Cephesi`ne sevk ettiler. Kumandanlarım beni tanıyordu. Yüzbaşı Suphi Bey beni yanına aldı ve "Hasan Çavuş, bölüğün katil atını ancak sen idare edersin, başkalarına güvenemem" diyerek adam öldüren ve alayda en hızlı koşan atı bana teslim etti. Karadağ’da mevzilerimizi aldık. Tam 3 ay karşılıklı akınlar yapıp Rusları püskürttük. Ruslar, Van Cephesi`ni zayıf buldukları için o taraftan ilerleyip geliyorlarmış. Ruslar, Malazgirt`i almış her tarafa keşifler çıkartmıştı. Bizde bölüğümüzle birlikte o havaliye yaklaştık. Ruslar, gece olunca ayna tutup etrafı görürlerdi. Ağaçlar ve dereler arasından sızarak Ruslara iyice girmiştik. Ortalık ağarınca atışlar başladı. Biz dağın yamacından her şeyi görebiliyorduk. Aşağı düzlükte büyük bir su birikintisi vardı. Bizim piyadeler sudan tarafa doğru taarruza kalkmışlardı. Düşman piyade, süvari ve topçuları ile ateş ediyorlardı. Top mevzilerinin çok yakınımızda olduğunu yüzbaşı anladı. Yüz elli, iki yüz metre ileride topların yerlerini tespit ettik. Yüzbaşıyı takip ederek iyice girdik. İlk topa biz kılıçla yüzbaşı tabanca ile atıldık. Mecbur kalmadıkça ateş etmeyecektik. Bir dakika içinde top susmuştu. Böylece altı topun altısı da gürültüsüz susturuldu. Bu bizi coşturmuştu. Aşağıya hücum etmek istedik yüzbaşı razı olmadı. Karşımıza ani olarak bir düşman keşif kolu çıktı. Bizim silahlarımız elimizde olduğu için bir anda gafil avlanan 25 kişilik keşif kolunu imha etmiştik. Toplar susunca düşmanı bir telaş kaplamıştı. Topların olduğu yere doğru bir bölük düşman süvarisinin doludizgin geldiğini gördük. Yüzbaşı "Atları bırak siper al, ateeşşşş!" emrini verdi. Birkaç dakika içerisinde düşmandan eser kalmamıştı. Bu tehlikeyi atlattıktan sonra tekrar aşağı inmeye başladık. Tam dağın dibine indiğimiz sırada makineli tüfeklerin yaylım ateşine tutulduk. "Geri dönüp kaçın, başınızı kurtarın." dediler.

“Düşmanın o geçitten geçmesine mani ol”

Orada 5 şehit ve 10 kadar at kaybetmiştik, düşman bozulmuş kaçıyordu.  Suda bir geçit yeri vardı.  Yüzbaşım beni çağırarak "Hasan Çavuş, bugün başka güne benzemez, Allah böyle bir günü bize ya nasip eder, ya nasip etmez. İlerde bir geçit ve bir boğaz var, o geçitten geçmelerine mani olursak geriden gelen piyadelerimiz bunları imha edebilir. Hadi Allah`a emanet ol" dedi. Emri alır almaz katil`e atlayarak denilen yere geldim. Burada coşkun su genişliyor ortada bir de ada yapıyordu. Atımı çalılar arasına bağlayarak münasip bir yere durdum. Bozulan düşmanlar üçer beşer kaçarak geliyorlardı.   Epeyce kurşun yaktım.   Her atışta bir tanesini vurabiliyordum. Düşmanların kalabalıklaştığı biz zamanda 11 arkadaşım daha geldi. Önden biz, arkadan bizim birlikler düşmanın haşatını çıkardık. Bizim keşif bölüğü tamamen gelmişti. Artık düşman geçitte aramadan arkadan gelen süngüden kurtulmak için suya atlıyordu. Boğulanların vurulanların haddi hesabı yoktu. O gün akşam olmadan düşmanın bir fırkasını orada eritmiştik. Savaştan sonra alay kumandanımız gelerek, "Çok yaşayın çocuklar bu vatan huzura kavuştuktan sonra sizleri unutmayacaktır" diyerek Enver Paşa’nın ve Padişah’ın mühürleri bulunan bir kâğıtla birer madalya verdi. O gece, yine düşman kuvvetlerinin Malazgirt`teki karargâhına doğru gidiyorduk. Ortalık ağarırken bir sırtı döndük. Baktık ki burası bir şehir, yüzbaşım dürbünle gözetlemeye başladı.   Sabah olunca ne görelim, hemen yüz metre alt tarafımızda çadırlar var. Bunlar Rus kumandanlarının çadırları idi.   Biz, “Saldıralım bunlara, nasıl olsa bu subayları bir anda gebertiriz" dedik ama yüzbaşı razı olmadı. "Şimdi bunun zamanı değil bu bizim zararımıza olur onların erkenden telaşları boşuna değildir mutlaka bir şeyler yapacaklar durumu anlayıp ona göre hareket etmemiz gerekir" diyordu. Daha sonra yüzbaşım, "Tamam çocuklar bunlar kasabayı boşaltmaya hazırlanıyor şu yamaçlara da top yerleştiriyorlar bu toplar bizimkileri bombardıman edecek ilerlememize mani olarak kendilerinin çekilmelerini kolaylaştıracaktır.

Topçuları imha etme planı

“Haydi, bakalım Hasan Çavuş atla katile geriye marş durumu iyice anlat" diyerek beni erliklerimizin olduğu yere gönderdi. Alay kumandanı ne yapıp edip topları susturmamızı söyledi. Geriye döndüm; ama top atışları başlamıştı bile. Bu ateş içine korkmadan daldım. Biraz ilerime bir gülle düştü. Yine korkmadım. Hızır, bana "Ölmeyeceksin." demişti.

"Karşıdaki top yuvaları belli, herkes arkadaşlarını alsın ve hazırlansın bu toplar hemen susacak yoksa bütün iliklerimiz kırılır ateş etmek yok Allah yardımcımız olsun."  diyerek yüzbaşımız bizi oraya gönderdi. Bana ve arkadaşlarıma iki top düşüyordu. 12 W topu, karşıları allak bullak ediyor tozu dumanı göklere çıkarıyordu. Saniye bile kaybetmiyordu.  Yalın kılıç ile birinci topun başındakilere çullandık, ikincisinin işini de aynı çabuklukta hallettik. O anda baktım ki, yüzbaşım üzerimizdeki kayada bize el ederek gülümsüyordu. Bütün topları gelip gezmiş, teslim alınmış bir halde bulmuştu. Topları orada bırakarak yamacı dönmeye başladık. Toplar susunca, bizimkiler bastırdı. Kâfirler, bu sefer şehri ateşe verdiler. Ateş ve duman içerisinde şehre kavuştuğumuz zaman kâfirden eser kalmamıştı. Halk, yazıya yabana dökülüp ayaklarımıza kapanmaya başlamışlardı. Yüzbaşım bir işaretle bizi topladı. "Çocuklar, vakit kaybetmeyeceğiz. Sen yine katile atla, şu dağdan kestirme in, alt tarafında bir köprü var orayı tut arkadaşların geliyor" dedi. Köprüye yaklaştığımda köprünün başında 3 Rus eri ile bir bidon vardı. Sıkışınca bidondaki benzini köprüye döküp kaçacaklardı. Rusların atları eğerli yanlarında bağlı duruyor silahları da dayalı idi. Üçü birden tam köprünün başına vardıklarında bende silahların ve atların yanına vardım. Birisi zannedersem şüphelendi, koşarak silahların yanına geliyordu. Çekince öldürdüm. Bir tanesi kendisini suya attı öteki şaşkın halde iken onu da geberttim. Tam işini bitirmiştim ki karşıdan dört beş tane yüklü at arabası çıktı. Köprüye girmeden ateş ettim ve ilk olarak arabanın sürücüsü düştü ama diğerleri silahları alıp mevzilere girdiler. Ateş içerisinde kaldım. Hemen ölmeyeceğim aklıma geldi. Tedbirimi alırsam ölmem diyerek sürünmeye başladım. Atıma kavuşunca atlayıp dereye yukarı tırmandım. Biraz sonra ateş duydum. Arabalarda köprüden geçerek gittiler. Baktım bir bölük kadar Rus süvarisi köprüye doğru geliyorlar. Bunları görünce içim gitti. Tek başıma mücadele etsem edemem ama çok da üzülüyor hem de köprüye doğru gidiyordum. O anda bir ses işittim. Baktım ki bizimkiler 15 süvari ile gelip yetiştiler. Hemen köprüyü tuttuk. Kazaklar köprüye dolup bir ucu bizden tarafa geçince yüzbaşımın işareti üzerine ateşe başladık. Bir bölük düşmanı 15 dakika içinde yere sermiştik. Yüzbaşım beş arkadaşımla beni yine gönderdi. Rusların peşine düşmüştük. Geçerken bir köye uğramıştım. Ruslar oradan yeni çekilmişlerdi. Kadın erkek çoluk çocuk yollara dökülmüşler ve "Ayran getirin, yoğurt verin, su kavuşturun" diyenler hesapsızdı. "Bizimkiler geliyor mu, bizimkiler nerede artık, bizleri kâfirlere teslim etmeyin" diye bağırıyorlardı.

İşte bu gidişle Gümrü`ye kadar gittik. Sonradan yapılan muharebelerde kâfir üstün geldi. Bizi Erzurum`a ve Erzincan`a kadar getirdi. Sonradan Rus içerisinde ihtilal çıkmış Ruslar çekilmiş aldıkları yerleri Ermenilere teslim edip gitmişlerdi. Bundan sonra Ermenilerle çarpışmaya başladık. Ermeniler bize dayanamıyorlardı. Ermenilerin kumandanı Antirik Paşa`yı ordusu ile birlikte Mama Hatun`da çevirdik. Tam teslim alacağımız zaman tayyare ile kaçıp kurtuldu… (Bkz: Mehmet Ali Cengiz/Mehmet Gülseren, Mustafa Kemal’in Askerleri, ss. 59-65, Bahar Matbaası, İstanbul, 1964; Bayram Akdemir, Malatyalı Gazilerimiz, ss.104-106, Malatya, 2007.)