Musa Tektaş


Şerh Yarışması Hakkında ne dediler


Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî Şerh Yarışması Hakkında ne dediler

 

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)’nin aruz vezni ile kaleme alıp, dîvân üslubuyla kitaplaştırmış olduğu Divân-ı Hulûsî-i Daverendevî adlı eserinin, özellikle günümüz gençleri tarafından daha rahat anlaşılabilmesi maksadıyla, vakfımız tarafından düzenlenen “Şerh Yarışması” büyük ilgi gördü. Çeşitli üniversitelerden akademisyenler başta olmak üzere 60 eser yarışmaya katıldı.

Bu yıl ilk defa yapılan;  Prof. Dr. İskender Pala, Prof. Dr. Mahmet Akkuş, Prof. Dr. Ali Yılmaz, Prof. Dr. Cihan Okuyucu, Prof. Dr. Nihat Öztoprak’tan oluşan jürinin değerlendirdiği Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî Şerh yarışmasına katılan 60 eserden 12 eser ödüle, 18 eser de yayınlanmaya layık görüldü. Birincilik ödülü Dr. Hakan Yekbaş’a, ikincilik ödülü ise Muğla Üniversitesi Türk Dili Bölümü Öğretim Üyelerinden Nagehan Uçan Eke ve Nilüfer Tanç’a verilirken,   üçüncülük ödülü de F. Ramazan Süer ve Nihal Göktaş isimli yarışmacılara paylaştırıldı.  Dereceye giren eser sahipleri ve edebiyatçılarımızın bu yarışma hakkındaki görüşlerini sizlerle paylaşalım:

 

Dr. Hakan YEKBAŞ

Cumhuriyet Üniv.Türk Dili Blm. Öğr. Gör.

Şerh Yarışması Birincisi

 

“Sevenlerinin onu anlamak için şiirini de anlaması önemlidir.”

Şerh geleneğinin oluşmasında, divan edebiyatının en önemli kaynaklarından sayılan Kur’ân-ı Kerîm’i ve onun i’cazını anlama çabaları önemli bir yer tutar. Zamanla edebî metinlere yönelik yapılan şerhler, özellikle tasavvufî manzumelerden seçilmeye başlanmıştır. Çünkü tasavvufî şiir; bir düşünce şiiri olması hasebiyle kendine has bir lügati ve anlam itibariyle günlük ve alışılmış dilden farklı bir ifade tarzını içermektedir. Günümüz insanının bu metinleri anlayamamasının en önemli sebebi de budur. Tasavvufî şiirdeki irfan ve hikmeti görebilmek için şiirin arka planındaki mana dünyasını ve mutasavvıfın müşahede ve tecrübelerini anlamaya çalışmak ve yorumlamak gerekmektedir. Bu tür şiirlerdeki anlam derinliğini, mazmunlarını anlamak için de mutlak suretle şerhe ihtiyaç vardır.

Tasavvufî şiir geleneğinin asrımızdaki en önemli temsilcilerinden olan Osman Hulûsî Efendi’nin manzumelerini de bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Oldukça zengin ve derin manalarla yüklü divanını anlamak için yapılacak şerh çalışmaları da bu yüzden önem arz etmektedir. Metin şerhi geleneğinin asrımızdaki pîri sayılan Ali Nihad Tarlan “Hulasa bir metin; onu meydana getiren sanatkârın iç benliğini ve o devrin hususi karakterini bize vuzuh ile gösteren değerli bir vesikadır. Ondan mümkün olduğu kadar istifade etmeğe uğraşmalıyız.” demektedir.

Bu çerçevede Osman Hulûsî Efendi Divanı’nı esas alarak yapılan şerh çalışmalarının, aynı zamanda Hulûsî Efendi (k.s)’nin iç dünyasını, mesajlarını ve hâllendiği hâlini anlamaya yardımcı olacağına inanıyorum. Sevenlerinin onu anlamak için şiirini de anlaması bu yüzden önemlidir. Özellikle genç neslin bu konuda ayrıca bir çaba göstermesi gerekmektedir.  Düzenlenen şerh yarışmasının Osman Hulûsî Efendi’yi, onun düşüncelerini ve duygu dünyasını anlamamıza vesile olduğuna yürekten inandığımı belirtir, saygılar sunarım.

Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi (k.s.), tasavvufî şiir yazdığı için birçok manzumesinde bir anlamda kendi karakter yapısının dışa yansımasını görürürüz. İlâhî sevgiyi varoluşun özü olarak kabul eden ve varlığın özünün “aşk” olduğunu birçok şiirinde ifade eden Hulûsî Efendi, bir anlamda ünlü mutasavvıf İbni Arabî’nin “Âlemde muhabbete nisbeti olmayan hiçbir hareket yoktur. Âlemin hareketi de kemâle yönelik bir muhabbettir.”  anlayışını şiirlerine yansıtmıştır. Osman Hulûsî Efendi varlığın yaratılışını aşk ve muhabbet bağlamında değerlendirmiş ve bu anlayışı da şiirine başarıyla yerleştirmiştir.

Osman Hulûsî Efendi’nin Divan’ında yer alan bir gazel, şairin tasavvufî macerası hakkında bizlere önemli bilgiler vermektedir. Gerçi Hulûsî Efendi’nin ruhanî yolculuklarından, müşahede ve tecrübelerinden bahseden bazı beyitler ve manzumeler divanında bulunsa da bu gazel, bir bütün olarak şairin tasavvufta ulaştığı merhaleyi göstermesi, birçok tasavvufî remiz ve sembol içermesi bakımından önemlidir.

Hakka’l-yakînle Hakk yüzün seyr eyleyip cân sırr ile

Seyr eyleyen göz seyr olan yüz ile seyrân olmuşam

(Hakka’l-yakîn mertebesine (fenâfillaha) ulaşarak Hak yüzünü seyr eyledim. Can sırrıyla seyr eyleyen göz, seyr olan yüz ile seyran olmuşum.)

 

Nilüfer TANÇ

Muğla Ünv. Türk Dili Bölümü Öğr. Gör.

Şerh Yarışması İkincisi

 

“Kültür ve sanat eserlerimiz gençlere düşünüldüğü kadar uzak değil.”

24 Haziran’da Da-rende’de düzenlenen Sempozyuma ve şerh yarışmasına adını veren Osman Hulûsi Efendi (k.s), mutasavvıf kişiliğinin yanı sıra 20. yüzyılda aruzla yazan ve şiirleri bir dîvân oluşturan kıymetli bir mutasavvıf şair. Ancak Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın “Dîvân edebiyatını gençlere sevdirme” düşüncesiyle düzenlediği şerh yarışması olmasaydı bu çok kıymetli kültür insanını hâlâ tanımıyor olabilirdik. Yarışma vesilesiyle Dîvân şiiri geleneğimize ait şimdiye kadar haberdar olmadığımız Osman Hulûsi Efendi Dîvân’ını inceleme fırsatı bulduk. Şerh yarışması gösterdi ki yüzyıllardan bize miras kalan kültür ve sanat ürünlerimiz gençlere düşünüldüğü kadar uzak değil. Bu ürünler, sahip çıkıldığı ve gündeme getirildiği takdirde gençlere, başka kültürlerin felsefelerinde aradıkları insan olma şuuru ve insânî değerlere dair özü sunuyor. Genç şârihler olarak,  Osman Hulûsi Efendi Dîvân’ından seçtiğimiz, belki de içinde kendimizi bulduğumuz şiirlere ait çalışmalarımızla ödüllendirildik, takdir gördük. Biz de kültür ürünlerimize sahip çıkan ve gençleri bu alanda çalışmaya yüreklendiren Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nı çok takdir ettik. Çalışmamızı bildiri olarak sunmak üzere Sempozyum’a katılmamız ise ayrı bir kazanç oldu. Gün boyu süren Sempozyum’da sunulan bildiriler çerçevesinde Osman Hulûsi Efendi hem bir kültür insanı hem de bir şair olarak ele alındı, her birinden istifade ettik, kültürümüzün ve Dîvân şiiri geleneğinin yaşama kudretine bizzat tanıklık ettik.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.), Tasavvufî Türk Edebiyatı çerçevesinde değerlendirilebilecek olan şiirlerini Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî  adı altında bir araya getirmiştir. Aruz ve hece vezniyle yazılmış şiirleri gazel, kaside, rubai ve müstezat’ın yanı sıra koşma ve semâî nazım şekillerinden meydana gelmektedir. Osman Hulûsi Efendi’nin aşk, vecd ve insan sevgisi temalarını içeren şiirleri, okuyanların rahatça anlayabileceği sade bir dile sahip olmakla birlikte mânâ bakımından derindir Bu mânânın okuyucu tarafından anlaşılabilmesi için okuyucu ile şairin belli bir kültür birikimine ortak olması gerekmektedir. Günümüzde hem dil hem de kültür olarak Dîvân şiirinden uzaklaşmış olmamız bu Dîvanlardaki şiirlerin şerh edilmesini zorunlu kılmaktadır.

Geçdik esrâr-ı “ene’l-Hak”dan    o Hallâc değiliz

Hızr’ın âbına hayâtına da muhtâc değiliz

“Biz o Hallac gibi değiliz; ‘ene’l-Hak’ sırrından geçtik. Hızr’ın âbına, hayatına da muhtaç değiliz.”

Birinci dizede telmih edilen Hallac-ı Mansur, tasavvuf yolunda ilerleyerek fenâ-fi’llâh’a ulaşmış ve bu makamda ‘ene’l-Hak’ diyerek Allah’tan başka hiçbir varlık olmadığını, tek hakîkatın Allah olduğunu dile getirmek istemiştir. Ancak onun bu sözünün zâhir manâsını ele alanlar onu münkir kabul etmişler ve idamına sebep olmuşlardır. Dîvân şiirinde Mansur, inancı uğruna her şeye göğüs germe ve ölmenin sembolü olmuştur. Hulûsi Efendi, Hallâc mazmununu kullanarak Allah’a ulaşmanın can dâhil her şeyden daha kıymetli olduğunu anlatıyor.

 

Nagehan UÇAN EKE

Muğla Üniversitesi Türk Dili Bölümü Öğr. Gör.

Şerh yarışması İkincisi

 

“Gazellerden bir tanesi, çağımızda tam da ihtiyaç duyduğumuz bir yakarışı anlatıyordu: ‘Eriş ey yâr!’ diyordu.”

Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Vakfı tarafından 10.’su düzenlenen Somuncu Baba ve Hulûsî Efendi Kültür Etkinlikleri’ne, bu yıl ilki gerçekleştirilen Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî Şerh Yarışması vesilesiyle katılmış olmaktan son derece gururluyum. Yarışma için Dîvân’ı elime alıp okumaya başladığımda 21. yüzyılda kaleme alınmış bu gazellerin geleneğe ve Klâsik Türk Şiiri estetiğine bu kadar yakın olması ve tasavvufî arka planın bu kadar güzel ele alınması beni hem şaşırttı, hem de çok memnun etti. Yarışmaya katılabilmek için, evvela bu hepsi birbirinden güzel ve mânâ yüklü gazellerden birini seçmek gerekmekteydi. Baştan sona bir çırpıda okuduğum bu gazellerden bir tanesi, çağımızda tam da ihtiyaç duyduğumuz bir yakarışı anlatıyordu: “Eriş ey yâr!” diyordu, gönüllerimiz yaralı, dermana yetiş! diyordu. Hiç düşünmeden hemen şerhine koyuldum. Söyleyişi kolay gibi görünen her biri sehl-i mümtenî örneği beyitlerin, tasavvufî arka planı gazeli daha da anlamlı kılıyordu. Ne mutlu bana ki, yarışmaya katıldığım bu gazelin şerhi, ikincilik derecesiyle ödüllendirildi. Ancak benim için ödüllerin en kıymetlisi, bu şerhi 24 Haziran Cuma günü gerçekleşen 10. Somuncu Baba ve Hulûsî Efendi Sempozyumu’nda tebliğ olarak sunmak üzere Darende’ye davet edilmiş olmamdı. Sempozyuma katılan ve söylenen her kelimeyi pür dikkat dinleyen dinleyicilerle buluşmuş olmak ve 4 ayrı oturumda gerçekleşen sempozyumun, her biri birbirinden kıymetli hocaların sunmuş olduğu diğer tebliğlerinden de faydalanmak bu organizasyonun ayrı bir güzel yanıydı.

Gönül derdinle bîmâr oldu dermâna eriş ey yâr

Yanar hasret odundan ana ihsâna eriş ey yâr

“Ey Sevgili! Gönül, derdinle hasta oldu, dermana yetiş. Ey sevgili! (Gönül) hasret ateşiyle yanar, ona bir iyilikte bulun.”

Gönül, âşığın aşkıyla ilgili her türlü gelişmenin algılandığı yerdir ve gamla, kederle beslenir. Sevgilinin hayaliyle mutlu olur, nazıyla kendinden geçer. Klâsik Türk şiirinde gönül, tecrit ve teşhis yoluyla âdeta ikinci bir âşık hüviyetinde ele alınır. Aşkın ve gamın merkezi olan gönül de, tıpkı âşık gibi ağlar, kanlı gözyaşı döker, yaralar içerisindedir. Gönül, sevgilinin derdiyle hasta olmuştur ve derman da yine sevgiliden gelecektir. Gönül aynı zamanda ateşler içinde yanmaktadır. Gönlün ateş içinde olması, daha çok sevgiliden ayrı oluşunun ve ona olan hasretliğinin hatırlattığı bir hâldir. Âşık bu hâllerin dermanı için sevgiliye nidada bulunmakta ve ondan ihsan talep etmektedir.

 

M.Nihat Malkoç

Edebiyatçı-Yarışmacı

 

“Şerh yarışması, klasik edebiyata vefânın müşahhas örneğidir…”

Yirminci yüzyılda şiirinde aruz veznini, Divan şiiri formlarını başarılı bir şekilde kullanarak geleneğe uygun şiirler kaleme alan ve gerek şekil, gerekse muhteva bakımından başarılı bir Divan teşkil eden mutasavvıf şairlerimizden biri olan Es-Seyyid Osman Hulusî Efendi (1914-1990) adına düzenlenen şerh yarışmasını geleneksel edebiyatımızın yaşatılması ve gençlerimize sevdirilmesi açısından çok mühim bir gayret olarak görüyorum. Bu gibi şerh çalışmaları sayesinde, başta gençler olmak üzere bütün insanlarımız Divan Edebiyatının anlamını kavrayacak, inceliklerine vakıf olacak; böylece anlaşılmaz gibi görülen bu köklü ve bediî edebiyatı sevecektir. Bu şerh yarışmasının geleneksel olarak her yıl devam ettirilmesini, yayınlanmaya değer görülen şerh çalışmalarının da kitap haline getirilmesini öneriyorum. Bu hayırlı organizasyonda; yarışmacısından jüri üyesine, maddî anlamda destekleyicisinden düzenleyicisine kadar emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum. Vefanın bir semt adı veya boza markası dışında; asil bir duygu olduğunu ispatladılar. Allah hepsinden razı olsun.

Es-Seyyid Osman Hulûsî Ateş Efendi, bir Hakk âşığıdır. Onun mesleği şairlik değildir. Hulûsî Efendi, hiçbir zaman süslü ve hünerli sözler peşinde koşmamıştır. O; sözüyle ve özüyle, peşinden gidilmeye ve örnek alınmaya layık bir mürşiddir. Bu modern çağın çarklarında dağılan gönüllerin toplayıcısı ve mürebbisidir O… Hulûsî Efendi, şiiri gaye olarak değil, daima bir vasıta olarak görmüştür. Onun içindir ki bu Divan, tasavvufî ve didaktik yönleri ağır basan bir eserdir. Bu Divan, edebî sahada az eser veren Nakşî geleneğinin mümtaz ürünlerinden biridir. Bu yönüyle de önemlidir.

Bu Divan’ı incelediğimizde, söz konusu eserin bu sahada mühim birikimleri olan bir kalem erbabına ait olduğunu düşünürüz. Bu büyük mürşid, kendini yetiştirerek bu noktaya gelmiştir. Bu Divan’ı tahlil ederken; şiirlerin, gayesi güzel şiirler yazmak olan bir şairin kaleminden değil, bir mürşidin kaleminden çıktığını göz ardı etmemeliyiz. Bu sözlerimiz, hazretin şiirlerinin şeklinden daha çok, muhtevasına odaklanmamızı öğütlemek içindir. Böyle bakarsak onun söz ustalığını rahatça fark ederiz.

 

Vedat Ali TOK

Edebiyatçı

 

“Bu yıl ilki yapılan yarışma, bunun geleneksel hâle geleceği intibaını verdi.”

Bir şeyi yarma, açma anlamına gelen şerh, özellikle eski şiirimizi anlama gayesine yönelik edebî geleneklerimizden biridir. Günümüzde bazı yöntem farklılıkları bulunsa da hedef, metni anlama hatta bir çeşit tenkide tâbi tutmaktır. Şiir; okunmak içindir, onu anlamak gerekmez gibi birtakım görüşler de vardır, ancak kanaatimce bir edebî eserden zevk almanın ve ondaki sanat, estetik gibi kıymetlerin bulunup bulunmadığını tespit etmenin, hatta o metnin gerçek anlamda şiir olup olmadığını ortaya çıkarmanın mihenk taşı onu şerhe tâbi tutmaktan geçmektedir.

Bu yıl ilki yapılan ve bunun geleneksel hâle geleceği intibaı verilen  “Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî Şerh Yarışması”nın da edebiyatımıza önemli katkılar sağlayacağını düşünüyorum. Şöyle ki, bu yarışma yolu ile özellikle genç yazarların, akademisyenlerin; bir yandan klâsik şiir sahasında Hulûsî Efendi (k.s)’nin şiirleri üzerinde şerh denemesi yaparken diğer yandan da Dîvan’daki klâsik şiirlerin gerçek kıymetleri ortaya çıkacaktır. Ben, Vakfı ve Somuncu Baba Dergisini, günümüz edebiyatına bir hareketlilik getirdiğini/getireceğini düşündüğüm bu çalışmalarından dolayı tebrik ediyorum.