Cemil Gülseren


Bir ün geldi kulağıma


Biz bugün ünlü kelimesini meşhur olarak algılıyoruz. Aslında ün, ses anlamındadır. Ünlemek de seslemek, seslenmek anlamlarındadır. Kimi zaman size “sakın!, aman ha!” diye sert uyarılar da yapılır. Kimi zaman da ortaya söylenen sözden siz hisse çıkarırsınız kendinize. Kulağınız öyle güzel kelam-ı kibarlar ile aşina olur ki gönlünüz de ruhunuz da bu güzelliklere gark olabilir.

Bir gün Fatih Sultan Mehmet’in babası Sultan II. Murat Han, Hacı Bayram-ı Veli’den nasihat ister. Müderris iken Somuncu Baba’nın talebesi olmayı yeğleyen Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri ise İmam-ı Azam’ın, talebesi Ebu Yusuf’a yaptığı nasihatı hatırlatır. Kulak dutanlar için uş imdi andan birkaçını size sadeleştirerek sunuyorum: “Halk içinde herkesin yerini tanıyıp bil; ikramdan geri kalma. İlim sahiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka yaklaş, fasıklardan (Allahın emirlerini tanımayan, sapkın, fesatçı) uzaklaş, iyilerle bir ol. Kimseyi küçümseyip hafife alma. Sırrını kimseye açma. İyice emin olmadıkça kimsenin arkadaşlığına –hemen- güvenme. Cimri ve alçak kimselerle ahbablık kurma. Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ilişme, alışma. Ne görüş, ne konuş. Bir şeye hemen muhalefet etme. Sana birşey sorulursa anlaşılır bir dille cevap ver. Seni ziyarete gelenlere faydalanmaları için ilimden bir şey öğret ve herkes öğrettiğin şeyi belleyip uygulasın. İnce meseleleri uluorta heryerde açma, konuşma. İnsanlara güven vermelisin, dostluğa önem vermelisin. Zira dostluk, ilme devamı sağlar. Zaman zaman yemek ikram et, muhtaçları gözet. Çevrendeki insanların değer ve itibarlarını iyi tanı. Ufak tefek kusurları görme. Halka yumuşak muamele et. Hoşgörülü ol. Hiçbir şeye bıkkınlık gösterme ve onlardan biri imişsin gibi davran” Biz şimdi bu son öğüdün karşılığını ‘empati’ ile karşılıyoruz.

Bir bayram günü buluştuklarından dolayı müderris Numan’a hocası ve mürşidi Şeyh Hamid-i Veli ona Bayram ismini yakıştırır. Ankaralı Hacı Bayram-ı Veli de arkadaşlarına neler yakıştırmış, nice söylemiş okuyalım: “Hiddet ve kin, hakikatları gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır. Hiçbir günahı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalpleri şeytanın konağı olur. İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız, çarşı ve pazarlarda sık sık bulunmayınız. Dünya gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyaret ediniz. Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın sırlarını ifşa etmeyiniz. (Açığa çıkarmayınız.) Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size emanettir. Emanete hıyanet ise çirkin bir harekettir.” Şimdi sıra bizde. Biz bunların neresindeyiz? İçinde mi, dışında mı; yanında mı, uzağında mı; altında mı, üstünde mi? Kendimizi sorgulayacağız bakalım. Bedenimiz kadar benliğimizin de, ruhumuzun da temizliğe gereksinimi olacak şüphesiz. Tövbe var, taat var, takatın da varsa tart kendini. Dur var, durak var, en önemlisi de duan var mı? Yoksa davransana dil senin, gönül senin. Arınmak için fırsat senin. Rahmet var, mağfiret var, merhamet var. Bir zahmet, bir hizmet; istersen gelir himmet. Ey güzel insan! Annen var, baban var, ailen var, çevren var. Sen var mısın? Nereye kadar haber var mı? Evet Ramazan var,bayram var, ömür var, hayat var dahası dünya var, ahiret var. Sen hepsinde varsın. Sen varsan, hepsi de var.

Vaktin birinde Kütahya-Simav’dan kalkıp Bursa’ya gider derin hocalar. İstedikleri medreseye müderris olmaktır. İşte size bu mülakattan ‘bir soru’ nakledeyim:

Hoca, bir müderris adayının önüne bir bardak su kor ve sorar: “-Bu suyun üstünde ne var, altında ne var?

“-Bilmem efendim.”

“-Çıkabilirsiniz.”

(Bir başka hoca adayı gelir aynı soru sorulur.)

Cevap: “-Üstünde Besmele –Bismillahirrahmanirrahim-, altında Elhamdülillah” der.

“-Tamam evladım, kazandın” der hoca. Artık o da yeni bir hocadır. İşte işin aslı bu. Başı, sonu, altı, üstü. Gerisi lâf û güzaf. (Boş lakırdı, manasız söz). Bismillahla başlayıp elhamdülillah ile bitmeyen ne ününüz olsun, ne de kulağınıza bir ses gelsin.