Cemil Gülseren


Ömür dedikleri bir rüya


Nasreddin Hoca, ben de çalarım diye sazı eline almış, başlamış sazın teline vurmaya. Görünürde ise parmakları perdede  dolaşmıyor, hep aynı yerde sabit duruyor.

“-Hocam bu ne biçim saz çalmak ?... Saz çalanların parmakları gider gelir. Seninki ise hiç oynamıyor” dediklerinde: “-Onlar benim bulduğumu arıyorlar. Ben de bulduğumu kaybetmemek için sıkı sıkı tutuyorum” demiş. Ben pek sevmiştim bu hazırcevabı. Paylaşmak istedim. Elde ettiklerini yitirmemek adına koltuklarına sıkı sıkı sarılanları görünce Hoca’yı da daha iyi anlıyoruz.

*   *   *

Umarız seçtiklerimiz, sevdiklerimiz olur. Ömrümüz hep seçtiklerimiz ve sevdiğimizle geçerse daha ne isteriz biz? Anne babamızı biz severiz ama seçemeyiz. Eşimizi seçeriz bir de severseniz… Seçim ve sevgiden söz ederken araya evi, evliliği katınca ortaya bu kez de ‘geçim’ girecektir. O vakit de geçim ile seçim arasında sıkışıp kalma demesek de gidip gelmeler başlayacaktır. Doğmamız elimizde değil lâkin ölmemiz de… Onları biz seçemiyoruz. Ölmeyi isteyen olmuyor mu? Ancak bu bir seçim de değil, seçenek de… O bir tükeniştir zaten. Sen o noktaya gelmişsen ha ölmüşsün, ha yaşamış. Ne fark eder? ‘ Sıradan biri olmaktan’ kurtulmak mı istediniz. Boş verin. Gördüklerinizin çoğu zaten sıradan. İmrenmeyin.

*   *   *

En sorunsuz ve en sorumsuz hayat bebeklik ile çocukluk yıllarımıza aittir. Büyütene değil büyüyene göre. İste ne istersen. Veren olur, vermeyen olur. Anneleri çileden çıkartan, babaları öfkeden çıldırtan istekler bu döneme özgüdür. Ondan sonrası mı? Mevlana demiş ki: “Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum, ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum… Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi… Ağladım. Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. (Demek ki çaldığımızı yaşıyormuşuz) Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim” Bu tad mı sadece göz açıp yumuncaya kadar. Ne olacaksa işte o kadar. Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Divanından aynen aktarıyorum:

 Bu bir yoldur köprü başı üstünden / Her demde bin yahşi kem gelir geçer

  Güvenme dünyanın varı yoğuna / Sabreyle mihnet ü gam gelir geçer

 Ömür dedikleri bir rüya gibi / Göz açıp yumunca dem gelir geçer.” (s.248)

(Her devirde bin iyi, bin güzel, bin de kötü, fena gelir geçer. Bu hayat, bu ömür işte böyle bir yoldur ve öyle bir köprüdür ki geçesin, görürsün. Üzüntü, sıkıntı hepsi de gelip geçer. Vara yoğa aldırma ve güvenme. Bu ömür göz açıp yumuncaya kadardır. Nefes biter, zaman dolar)

Güveneceğin, dayanacağın başka başka güzellikler olmalı. Rüya bu. Saniyeler kadar rüya görürmüşüz de saatlerce düşte kaldık sanırız. Uyanmak vaktidir diye öğüt verecek değilim. Kimse kendini kandırmasın. Seni uyutmak bazılarının görevi. Biz uyudukça kendileri yaşamaya devam edecekler. Rüyada değil dünyada olan bitenleri iyi süzelim: Kimi seçer yönetilir, kimi seçilir yönetir. Kimi de seçkinim diye geçinir. Onu bunu kandırdığını sananlar mı dersin, ilmiyle mağrur olanlar mı, yahut da  ilmiyle amel etmeyenler mi?... Etse zaten mağrur olmaz. Süzelim ve görelim bakalım: Amelsiz ilmiyle şöhretten başı dönenler yahut başını döndermeyenler, öte yanda ise gedalar, marabalar, ameleler, yığınlar beklerler ama neyi?... Bilmezler ki gelmeyecekler. Boşuna emekler. Atanmışlar, asiller, taşralılar, zekiler, uyanıklar, ötekiler, berikiler, bizimkiler, sizinkiler, kurnazlar, kerizler, elitler, çantada keklikler(!), Yemendekiler, yanımızdakiler, zikredenler, şükredenler, taklit edenler, meczuplar, dervişler, ermişler, inanmışlar, yanmışlar, kanmışlar… Sözün özü; cennet varsa cehennem de var. Melek de, şeytan da bizim için. “İnsanı öğrendim / Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu / Sonra da her insanın içinde / İyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim” demiş Mevlana. Tamam öğrendik sonra; Şu dörtlüğü anlayabilsem. Haydi anladım diyelim. O aşkı evet o aşkı nasıl yakalarım ben? Yoksa Nasreddin Hoca gerçekten buldu da bu yüzden mi parmaklarını hiç ileri geri oynatmıyordu? Biz oynatıyoruz da niye bulamıyoruz? Parmak başka, yürek başka; ağız başka, el başka da ondan mı? Ne dersiniz? İşte o dörtlük: -Divan-ı Hulûsiî Darendevî’den-

 “Sensiz dünyayı ukbayı / Gülüm nidem, nidem, nidem

  Hûri cennet’ül-âlâyı / Gülüm nidem, nidem, nidem.”