Cemil Gülseren


Çerçi yükün ne tutar?


Çerçileriyle de meşhur Darende’de çocukluğumdan hatırlarım-öyle hayal meyal da değil; basbayağı omzunda çerçi sandığı ile çerçiciyi. Ecdat mahallemiz Nadir’de gördüm ve işittim. İşittiğim onun, çerçicinin sesiydi. Ne derdi: “İnne satarım, iplik satarım, oya ipliği, dikiş ipliği, nakış ipliği…boncuk, cıncık, tesbih, kese, çıtçıt, lastik, cırcır, melefe innesi, çuvaldız satarım…” Sattıklarından da anlaşılacağı gibi daha çok annelerimize ve onların kızlarına, gelinlerine hitap ederlerdi. Bir de bohçaçı kadınlar vardır ki onlar farklı bunlar farklı idiler. Köy köy, mahalle, sokak demeyip dolaşan bu gezginci çerçiler beklenirdi, gözlenirdi. Sipariş bile verilirdi. Dükkanları omuzlarında idi. Tahtadan yapılmış basit bir camekan işte altı üstü. Uzunca bir sağlam iple omuzlarına alır gezer dolaşırlardı. Çerçi için yükün sınırı yoktur; satabileceği her şeyi yük olarak taşımaktan çekinmez. Derseniz; çerçi yükün ne tutar, tuttukça tutar. Ayna, tarak, toka gibi çeşitlere de yer veren olurdu.

Bu çerçi sandığını Darende Somuncu Baba Tanıtım Merkezinde -ki Kültür Bakanlığından onaylı, tescilli, belgeli bir müze statüsü vardır- görebilirsiniz. O müzeyi gezerken hem Darende’nin hem de haliyle ülkemizin, memleketimizin nereden nereye ulaştığını da gözlerinizle görmüş olacaksınız. Çok yol kat edildi çok. Çerçicilikten nerelere geldi, hangi mesafeler aşılmış bir film şeridi gibi canlandıracaksınız zihninizde. Şimdi holdingleri ben çerçi sandığı içine hayalen koyacak olursam bu sandıkta yani bir holdingde neler görüyoruz şöyle bir sıralamaya çalışalım: Enerji, inşaat, iletişim, medya, tekstil, gıda sanayi, madencilik, taşımacılık, bankacılık vb…

Henüz alışveriş merkezlerinin olmadığı, marketlerin yaygınlaşmadığı dönemlerden bugünlere 50 yılda gelmişiz. 50 yıl önce bir radyodan nerelere ulaştık? Daha 1970’li yıllarda köyüm Balaban’da telefon için ya karakola, ya belediyeye giderdi benim insanım. Postaneye yazdırıp saatlerce telefon beklerdik. Masallarda yaşamışız be. Yoksa asıl şimdi yaşadığımız mı masal?... İkisi de değil efendim. İkisi de hakikat. İlkokulun ikinci sınıfında okuldan öğlen eve gelince annemi gazocağını yakmaya uğraşırken gördüğümü dün gibi hatırlarım. Yemek kızdıracak da… Şimdiki anneler ne yapar misal: “-Babası oğluna para ver, kantinden bir şeyler alsın falan…” Biz sabah okula gidince ebemiz, ninemiz cebimize bastık, kesme, kavurga korken şimdi bunlar ilkellik sayılıyor onun yerine patos, citos, cips, halley malley, vırt zırt almak rağbet görüyor. Nereden nereye dedik ya o doğal ürünler yok oldu. Bir gün altınla tartar olacaksınız onları oysa. Şimdiden organik ürünler diye alternatif bir sektör oluştu baksanıza. Dünya doğala dönüyor hem de hızla ama köylerimizde oturanlar bile yoğurdu, yumurtayı, maydanozu şehirlerden getiriyor. Nereden nereye dememiz boşuna mı?

Eskiden köylerin, şehirlerin giriş çıkışına özellikle tahsis edilen mezarlıklar, o beldeye giren çıkan görsün de gideceği yeri unutmasın hatırlasın gibi bir görevi de üstlenmiş olurdu. Müzeleri de böyle düşünebiliriz biz. Nereden gelip nereye gittiğimizin de şahitleridir onlar. O çerçi sandığı şimdi ne kadar değişti değil mi? O çerçilerin torunları kimisi şimdi holding kurdu patron oldu, plazalarda oturur oldu. Allah bilir nüfuslarını bile Darende’den alır olmuşlar. Memleketlerini anmaz olmuşlar, hemşehrilerini bilmez olmuşlar. Mezarlıkları da artık şehir giriş çıkışlarına yapmaz olduk. Adeta içerilerde kuş uçmaz, kervan geçmez yerlere gizler olmuşuz. Ne kadar saklarsan sakla, ne kadar kaçarsan kaç, ne kadar gizlenirsen gizlen, ecel seni bulur olduğunda aslına döner olacaksın er ya da geç.

Eşeğin sırtında heybenin gözünde başlayan kitap satıcılığından bugün kocaman kocaman yayın ve dağıtım şirketlerine ulaşan Darendeli’nin kitapçılığı da çerçiciliğinden hiç farklı değil hani ya.  Geldiği yeri unutmamak üzerinde nedense ısrarla duruyorum. “ Oldum” delisi olanlara “sonradan görme” demesinler istiyorum. “ Ne oldum değil, ne olacağım de.” diye hep atalar demiş ama kim dinliyor o ataları. Şair Eşref (1847- 1911) ne demiş bir de onu dinleyelim:

“Millete erbab-ı mansıptan biri eşek demiş / Reddedilmez böyle bir söz amma pek can sıkar. / Olsa da millet eşek, eşek diyen bilmez mi ki: / Sadrazamlarla valiler de milletten çıkar…” (Yüksek makamlarda bulunan mevki sahibi bir kişi millete eşek demiş. Bu söz reddedilemez ama can sıkar… millet eşek olsa dahi -değildir ama diyelim ki öyle- eşek diyen bilmez mi ki sadrazamlarla valiler de milletin içinden çıkar.)

Eee.. seçim yaklaşıyor. Millete şu bu diyen, yüzde kaçı şöyle böyle diyenler, sandığa saygı duymayanlar da eninde sonunda millet iradesine razı olacaklar. Demokraside de nerelerden nerelere geldik diyebilirsiniz. Hakikat bu. Değişen sadece çerçi sandığı mı sanırsınız? Asıl değişim demokrasi sandığında. Onu da ancak millet belirler.

erolgülseren
21.10.2015 11:06:18
Abiciğim eline sağlık güzel bir tesbit