Cemil Gülseren


Taşlama


Bu başlık her iki anlamı da göz önünde tutularak bu yazıya ad olarak konulmuştur. Birisi ‘taş atmayın’ anlamına gelen taşlamak fiilinin olumsuz emir biçimi, ikincisi de âşık tarzı şiir geleneğinde haksızlık, yolsuzluk, gerilik ve ekonomik sorunların mizahi bir dille dillendirildiği koşmalardır. Siyasette de bu tarz söylemler oldukça rağbet görür oldu. Îma yoluyla birisinin lehinde olmayan söz söylemeye de taşlama diyoruz artık. Gerçek veya mecaz, öyle veya böyle bir ‘taşlama’dır gidiyor. Büyükler kürsülerden, küçükler de sokaklardan taşlayıp duruyor. Birisi gerçek, diğeri îma. İşin sonu nereye gidiyor? Görebilmek zor.. Bazı şeyleri hissetmek, sezmek kehanet olmasa gerek. Dirlik düzen çok çok önemli iken, birlik beraberlik demeçlerde bile yazık ki sağlanamıyor. Böylece başı taşa gelesiceler bir taşla iki kuş vurmuş olmuyorlar mı?

Bazı çizgiler yıpratılmamalı idi. Birilerinin dümenine ayak uyduralım derken, AB evine girelim derken, kendi dünyamızı da yıkmayalım da… Pirince giderken bulgurdan olmak da var sonunda; Boynuz umup, kulaktan olmak da… Duyarsızlık ürkütücü boyutlara ulaşmış durumda. Ya uyuyoruz, ya da uyutuluyoruz. İnsanımız güvenmek istiyor, inanmak istiyor. Hep vesvese, hep endişe içindeyiz. Neye, kime; neden, niçin?... Boşuna dememiş eskiler: “Dibini görmediğin göle taş atma” diye. Her şeye alıştırıldık, alıştık artık. Her olumsuzluk kanıksatıldı. Ateş sadece düştüğü yeri yakmaya devam ediyor Kâmil insanların tam bir güven içinde çözüm önerebilecekleri süreçteyiz Ortalık bilgiçten geçilmiyor. Televizyon kültürü ile ahkâm kesiliyor. Gazeteler dersen görsel basının yazılı hali. Dergiler yanlı ve yalnız. Kitaplar da popülerliğiyle ele alınır oldu. Öğretmeni bile okumayan bir toplum olduk. Duyarsızlıkta sanki taş kesildik. Sanki bir yere mıhlandık. Sıradaki Taşlama’yı onlar için gönderiyorum:

İbtida mektebe gider bir uşak,/ Şeraitten bağlar beline kuşak

Kendini âlim mi sandın… …/ Her mecliste ulemalık taslanmaz. – Dertli-

HANGİ BARIŞ?           

Hep barış deniliyor. Oysa hergün yakılıyor, yıkılıyor. Hem de barış adına. Böyle mi olur barış? Barışı yakalamak için yaklaşmak, yakınlaşmak gerek. Uzlaşma ise ülkemizde giderek güçleşiyor. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz. Açılımlar yaklaştıracağına iyice açıyor aramızı sanki. Bir şeyler yanlış gitmiyor mu? Bakalım neyin sonu gelecek?  Barış herkesi kucaklamalı. Bir yerlere verilen tavizle, geri çekilmekle, susmakla olmaz. Söyleyin oldu mu? Yendik, ezdik, korkuttuk, sindirdikle ne açılım sürer, ne barış başlar? Heybeliada Ruhban Okulu sorununa da bu açıdan bakmak lâzım. Batı Trakya’daki Müslüman Türklerin durumlarının göz ardı edildiği hiçbir çözüm, çözüm değildir. Bu asla unutulmaya. Tarih bunu yazacaktır. Rahmetli       Ömer Lütfi Mete bir röportajında şöyle diyordu: “Bugün de, Türkiye’yle stratejik rekabet içinde bulunan ülkeler benzeri yaraları kaşımaktadır. Etnik bölücülük olayı da, mezhep ayrılığı kışkırtması da yapılıyor. Türk’ün Kürt’le, alevinin sünni ile bir alıp veremediği yoktur. Acı olan, “birlikte yaşama” konusunda bütün toplumlardan daha çok deneyime sahip bulunmamıza rağmen bu tür yapay gerginlikler karşısında aciz kalabilmemizdir.” Oysa bize âcizler değil arifler lâzım. Âlimlere itibar lâzım. Âkil insanlara danışmak lâzım. Muhabbetli, sıcak, karşısındakini yormayan insan, halden anlayan bizim aradığımız insandır. Ortalık ayaklı mayınla dolu. Nifak için, fitne için, fitili ateşlemek için aramızda dolaşıyorlar. Arife tarif gerekir mi? Uzun söze ne hacet? Arif olan anlamıştır. Amelsiz ilim yüktür, sorumluluk ise güçtür. Sözü Merhum Bekir Sıtkı Erdoğan’a bırakıyorum:

 “Çok sahibi var kalem denen pür-hevesin; / Mimarına söz düşer mi mısrada sesin?

Mâruflara yok söylenecek söz burada / Arifler için zaten şâir ne desin?

Cahit Sıtkı Tarancı ne demiş görelim:

“Memleket isterim

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun

Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.”

Kim istemez ki?!... İstemezler o kadar çok ki. Ben yine de içtenlikle istiyorum; Kan da dursun, göz yaşı da. İstiyorum kimse başını taştan taşa vurmasın. Şimdilik bağrımıza taş basıyoruz ancak unutulmaya ki sabır taşı da çatlar.