Musa Tektaş


Memleket için büyük hizmetler yaptı


Hüseyin Özkan: “Hulusi Efendi memleket için büyük hizmetler yaptı”

Darende Müftülüğünde 25 yıl kâtiplik görevini yürüten Hüseyin Özkan Ağabey, 17.12.2009 tarihinde vefat etti. 2000 yılında Ramazan bayramında Hulûsi Efendi (k.s) hakkında kendisiyle uzun bir röportaj yapmıştık. Hatıralarını dinlemiştik. Hüseyin Özkan’ı rahmetle anarken röportajın bir kısmını sizlerle paylaşıyoruz:

Hüseyin Ağabey mübarek Ramazan bayramını idrak ettik. Yeni bir yıla girdik. 2000 yılında sizi evinizde ziyaret ettik. Hulusi Efendi hazretlerini hem bir baba dostu olarak tanıyorsunuz hem beraber çalıştınız. Önce bir kendinizi tanıtır mısınız? Sonra Hulusi Efendi (k.s)  ile ilgili hatıralara geçelim.

- Değerli kardeşim ben 1933 Darende doğumluyum. Babamın adı İsa... Aslen Hacılar Şeyhli mahallesindenim. Hulusi Efendi hazretlerinin doğduğu mahalleden… Babamla hem çocukluk arkadaşı hem sınıf arkadaşı idi... Babam biraz erken, genç yaşta vefat ettiği için beni görünce onu hatırlar içlenirdi. Bana da büyük ilgisi vardı.

- Çocukluğunuz nerede geçti?

- Benim çocukluğum hep burada geçti Darende’den hiç ayrılmadım. Burada ortaokulu bitirdim. Sabuncu’nun 1946 da açtığı okulda benim emsal bütün insanlar okudu. Bizim zamanımızda üç sınıfta 45-46 kişi vardı bunun da çoğunluğu Gürünlü idi. Biz daha sonra okuyamadık ama arkadaşlardan daha ileri giderek okuyanlar, mühendis olanlar oldu.

Okuldan sonra bir müddet çiftçilik yaptık, askere gittik geldik. Askerlikten sonra müftülükte bir kadro açıldı. Memur alınacaktı. İmam hatip mezunları tercih edilecekti fakat o zamanlar imam hatip mezunu bulunmadığı için biz girdik. Ve biz kazandık. 1965 yılının sonunda vazifeye başladık. O zamandan beri Hoca Efendiyle tanışırız. Ondan önce de Efendi Hazretlerini bayramdan bayrama ziyaret ederdik. Biz gerçi henüz çocuktuk fazla ilgimiz olmazdı ama dedemin falan büyük sevgisi vardı.

- Müftülükte ilk zamanlar kimlerle çalıştınız?

- Müftülüğe girdiğim zaman Mustafa Sağlam isminde bir müftü vardı. Gittik imtihanı kazandık fakat Müftü Efendi beni almaya tereddüt ediyor. Kim olduğumu bilmiyor. Mustafa Sağlam da yeni, işlemleri bilmiyor ben de bilmiyorum. Bir ay kadar çalıştık ama maaş falan yok. Dediler ki bir inha evrakı olacak. Nasıl yapılacak? O zaman bilen bir hoca var. Hocam bu nasıl olacak? İşte bir inha evrakı olacak, mazbatası olacak şu olacak bu olacak. Neyse bildiğimiz kadarıyla bir şeyler yaptık. O zaman muameleler buradan Müftü ve Kaymakam imzaladıktan sonra vilayete gitmeden direk Diyanete gidiyor. Biz yazdık gönderdik. Cevap gelmedi. Dediler ki bu olmaz, takip etmeniz lazım. Nasıl takip edeceğiz? Biz Ankara’yı nasıl takip edelim? Dediler ki Hoca Efendiden bir tezkere alırsınız gidersiniz. Gittik, o zaman Abdullah İşcan hocanın da muamelesi var. Hoca Efendi bize bir kart yazdı verdi. Bunu Hamamcı Şaban efendiye verin dedi. Otobüse bindik ve gittik. Ocağın 26-27’si falan. Şaban efendinin Karacabey Hamamını zorla bulduk. Tezkereyi/kartı verdik. Adam öptü başına koydu. Bir sürü işi gücü var, kendisi yalınız. Hemen bir taksi tutup Diyanet’e gittik ama Diyanet çok kalabalık. Adam bizim karnımızı doyurdu, otobüs paramızı verdi, kendi işini de bıraktı. Velhasıl epey bir müşkülattan sonra adam içeri girdi. Bizim evraklarımızı buldurdu. Dediler ki, siz evrakı yanlış yapmışsınız. Peki dedik. Hemen geldik, yazıyı yazdık, ertesi gün yeniden götürdük. Tayinimizi aldık getirdik. Bizim işe başlamamız Efendi Hazretlerinin himmeti ile oldu. Yoksa biz kimiz. Şaban efendiyi nerden tanıyıp nerden bulacağız. Hoca Efendinin sayesinde hemen gittik geldik maaşımızı aldık. Ondan bir müddet sonra Mustafa Sağlam gitti Hoca Efendi vekil oldu.

- Hulûsi Efendi Hazretlerinin oradaki çalışanlara, diğer hükümet erkânına karşı davranışları nasıldı?

- Sadece o zaman değil daha sonra da uzun sürelerde vekillik yaptı. O geldiği zaman biz rahatlardık. Herkes gelir elini öperdi. Daireye hediyesiz gelmezdi. Mutlaka bir şeyler getirirdi, ikram ederdi. En iyisini de bize getirirdi. Öyle odacıymış, memurmuş ayırt etmezdi. İnsanlık onda tekâmül etmişti. Ben onun koltukta hiç rastgele oturduğunu bilmem. Şöyle düzgün otururdu. Çok muhterem bir zattı. Onun bağdaş kurduğunu, ayağını ayaküstüne attığını, elini arkasına koyduğunu, koltuğunu sağa sola çevirdiğini ben hiç görmedim. Dünyada ondan daha muhterem bir zat, yoktur sanırım. Varsa bile ben görmedim.

Bir müddet vekillik yaptı. Benim muamelede yine fazla bir şey bildiğim yok. O zaman Taha Efendi Malatya Müftüsü… Arguvan’dan da Ramazan Aslanbaba isminde genç bir müftü var. Onu buraya aldı. Müftü bir geldi ki Hacı Esat Efendi gibi vaaz ediyor. Ağzını açtı mı herkesi ağlatıyor. Hoca Efendi zannedersem 5-6 ay kadar bir vekillik yaptı. Müftü Ramazan Aslanbaba Hoca Efendi’den daireye bir telefon hattı almasını talep etti. O da sağ olsun kırmadı telefonu aldık. O zaman bir tane savcılıkta varsa vardır, bir de Kaymakamlıkta var başka hiçbir yerde telefon yok. Telefon geldi. 17 numarayı verdiler. O zamandan beridir de kullanılır. Yani telefon Hulûsi Efendi’nin hediyesi oldu.

Ramazan Aslanbaba buraya bir Kur’an Kursu yaptıralım dedi. Hemen bir vaaz etti, hemen bir arsa geldi. Solakoğullarının binasının yeri… Hacı Bekir Karataş isminde bir zat tapuyu verdi. Yani adam vaaz ettikten sonra ağlamamaya, tutmamaya imkân yok. Adam öyle hatip ki… Hemen bunlar bir dernek kurdular. Müftü başkan, Hoca Efendi ikinci başkan, o zamanın belediye reisi falan aza… Tapuyu aldılar, Yücel Bey geldi baktı ve planını gönderdi. Üstü Müftülük, altı Kur’an Kursu, yer hazır. Tamam, para toplanacak. O zaman başka bir mahalleden olanlar buraya yaptırmayın, filan adam da yer veriyor, oraya yaptıralım dediler.  Maksat o taraf şenlenecek bu taraf şenlenmeyecek. Cenab-ı Allah bu, bir de bakıyorsun buralar apartmanlarla doluyor o taraf da harap oldu. Hoca Efendi dedi ki, ben söz verdim, planını yaptırdım, adam arsayı verdi, ben sözümden vazgeçemem, ben bu işte yoğum. Olurdu olmazdı derken Hoca Efendi ayrıldı o işten.

Hoca Efendi gitti İmam Hatip Lisesini yaptı, siz bir Kur’an Kursunu yapana kadar biz İmam Hatibi yaparız dercesine gitti İmam Hatibi yaptı. Hulusi Efendi memleket için daha büyük hizmet yaptı.

- Taha Efendi Malatya Müftüsü olduğu için Hulusi Efendi (k.s)’ye mektup yazarmış, Müftüye ev tutun, ilgilenin diye. Hulusi Efendi nasıl karşılardı?

- Fevkalade karşılardı. Her gelen oraya gelirdi. Her daralan oraya giderdi. Mesela, bak biz daraldık oraya gittik. Gelen oraya gelir fakat genişlediği zaman Hoca Efendiye sırt döner. Bu evvelden beri böyleydi. Hoca Efendi de herkese ikram ederdi. İşte şu yüzüğüm de Hoca Efendinin ikramı. Ben bunu hatıra olarak saklarım. Herkese verir.

- Peki, ondan sonra gelen Müftü kimdi, hatırlıyor musun?

- Ondan sonra Maraşlı Halil Bilginer geldi. O Hoca Efendiye hürmetliydi. Sonra Leblebicioğlu geldi. O da saygısını gözetlerdi. Sonra Hasan Yıldırım geldi. Onu size anlatayım; şimdi Hoca Efendi İmam Hatibi bitirdi, bir de buraya yurt yapalım dedi. Bir de Darende’ye Çimento Fabrikası kurulması teşebbüsleri vardı. Hoca Efendi bir izin aldı. İzin evrakını yaptık gönderdik ama Hoca Efendi Almanya’dan birkaç gün geç döndü. Hizmet için büyük bir para toplamış, o zaman 1.700.000 lira o zaman büyük para… Müftü efendi dedi ki: “Şimdi Hoca Efendinin böyle bir gücü var bize bir araba alsın.” Hoca Efendi geldi. Fakat araba lafını daha önce bizimle etmişti. Hoca Efendiye de bunu söyleyince Hoca Efendi de alalım demiş. Kimde araba var? O zaman Karday’da satılık bir araba var. Karday’a oradan bir telefon etmişler, telefonumuz da var ya! Karday hemen arabayı getirmiş. Kaç kâğıt? Karday kırk küsura almış 46-47 bin kâğıt istiyor. Hoca Efendide ya madem kırka almışsın 42-43 bin  yeter buna demiş. O da 46’ya inmiş. Hoca Efendi demiş, peki 46 bin olsun. Ben oraya vardım, Hoca Efendi maaşını almış kendi maaşı 1.000 lirayı hemen orada verdi. Geriye 45 bin kaldı. Oğul tamam paranı veririz dedi. Kim sürecek? Benden başka şoför de yok o zaman. Müftülükte benden başka kontağı açacak kimse yok, ben de Murat’ı hiç sürmedim. Cip sürerdim. Kol atardık, yiterdik, çekerdik. Bu nasıl, vitesleri nasıl? Karday dedi ki, ben sana öğretirim. Direksiyona geçtik ki, bu güzel bir şeymiş. Cip gibi öyle har-hur bilmem neyi yok. Oo çok güzel, paraları tamamlayacak Hulusi Efendi nasıl olsa. O zaman bir Kaymakamlığın arabası var bir de bizim oldu Hulusi Efendinin himmetiyle.

Hatta Emin Hoca da gitti Ayvalı’dan para topladı. Fakat para büyümüyor, 46 bin lira büyük para… 5-6 kâğıdı topladık verdik ama daha 30 küsur bin lira  borcumuz var. Fakat para gelmiyor Karday’da para istiyor. Arabanın parasını verin… 3-4 ay geçti. Temiz kâğıdını alın diyor. Dedik “hocam, Karday para istiyor.” “Olur, oğul verelim. Bu Pazar Elbistan’a gidelim.” Hocam siz bilirsiniz. Peki gidelim. Bir Pazar günü arabayı aldık, Hoca Efendiyi oradan bindirdik, Ya Şeyh’i aldık Elbistan’a gittik. Benzin koyacağız. Ben benzin parasını hazır ettim, derneğin parası var. İlle ben koyacağım. Hocam siz niye koyasınız ki. Müftülüğün parası var, bu benim param da değil. Hulûsi Efendi cebinden zorla benzini doldurdu gittik.

Elbistan’ı dolaştık. Bir iki yere vardık. Hatta onu da anlatayım size; bir bakkal dükkânına vardık. Üç beş tane bisküvi kutusu, hafif bir şey canım. Elbistan’da bir dükkân... Şimdi ben makbuz kesiyorum, Hoca Efendi imza atıyor, Ya Şeyh parayı alıyor. Şimdi adamcağız şöyle iki işaret etti. Ben de 200 lira (İki yüz mü) dedim. Yok, yok 2.000 (İki bin) lira dedi. Çoğuma gittiğini anladı ve çok anlamlı bir cümle etti,  şöyle dedi: “Ben buraya bir lira versem Cenab-ı Allah öte tarafta bana on lira verir, Hulusi Efendi Hazretleri buraya kadar gelmiş. Canımız feda…” Aldık onu da koyduk. Oradan sonra Izgın diye bir köye gittik. Orada yattık. Yalnız oraya vardık ki, varacağımız haber alınmış, salon dolmuş, aralık dolmuş, herkes diz üstü oturuyor. Biz vardık yemek hazırdı yedik. Orada da hemen makbuzları kestik 30 küsür bin lira parayı tamam ettik. Bazıları vardı ki, herif kendi adına, ailesinin adına, çocuğunun adına, makbuz kesilince adam hemen öpüyor cebine koyuyor. Makbuzları Hulusi Efendi imzaladı diye. Bir Pazar gitmede o 36 bin lirayı topladık getirdik Karday’a verdik.

Epey kullanıldı, baktılar ki, olmayacak arabayı sattılar. Dernek adına, fakat parayı değerlendiremediler. 400 bin liraya sattılar, parayı bankaya koydular, birkaç sene orada kalınca para öldü gitti. Parayı döviz olarak koysalardı yahut arabanın hurdası kalsaydı daha iyiydi.

Hulûsi Efendi(k.s) ’nin yardımseverliğine başka örnekler verebilir misiniz?

Müftülüğe bir yazı gelirdi. Filan yerin imamı ölmüş daha beş seneyi doldurmamış. O zaman 5 seneyi 10 seneyi doldurmadan emekli olmazdı. Biz liste açardık herkesin isminin karşısına üç lira beş lira ne verirse. Hoca Efendi orada olursa her zaman paranın en büyüğünü verirdi. Kim olursa olsun bir yardım söz konusu oldu mu günlük en büyük para, mesela bugün en büyük para 10 milyon ya, Hoca Efendi 10 milyondan aşağı vermezdi.

- Peki, o zaman beraber görev yaptığı hangi imamlar vardı?

- Suzi Hoca vardı. Kihtiroğlu, Hafız Ali, Tuzlu Hoca, Abdullah Hoca, Bedrettin Hoca, Emin Hoca, Taktakoğlu, Hacılar’da Veli Efendi vardı.

-Müftü vekilliği yaptığı sıralarda Hulûsi Efendi (k.s)  personele nasıl davranırdı?

Hoca Efendinin yanında kâtibi, odacıyı çağırmak için bir zil var. Zile basınca bizim oradan işaret verir, ışık yanar, biz de giderdik. Öteki müftüler hep zile basarlar gideriz emirlerini yerine getiririz. Fakat herhangi bir şey lazım olduğu zaman Hoca Efendi bu zili hiç kullanmaz. Kendi kalkar kapıdan gelir, çağırır. Veya orada bir telefonumuz var, telefondan olur ya, benimle görüşmek istiyorlar, yine kapıya gelir,

-Hüseyin efendi sizi telefondan istiyorlar.

Gideriz telefon ile konuşana kadar Hoca Efendi içeri girmez. Ben eve gelir tembihlerim aman ha beni aramayın diye. Adamcağız dışarıdan içeri girmiyor, ben konuşana kadar. Yani ben bu saygıyı hiçbir yerde görmedim. Ben kendim yapmadığım gibi bir yerde de görmedim. Vallahi görmedim ya. Nerde olursa olsun. Dairesinde telefon ile görüşürken yanından giden kimse görmediğim gibi ben de hiç yapmadım. Telefonda konuşurken yanında durursun, kulağına gelen olursa gelir. Hatta bazen kulağını da verenler olur ne konuşuyorlar diye. Fakat bu adamcağız rahatsız olmasın diye, eeee, telefonla konuşulurken içeri girmiyor. Eve söylerim ama bu sefer de başka yerden gelir.

Hoca Efendi her zaman arabayla gelirdi. Kemal Ağabey getirirdi. Rahmetlik… Bizim arabayla getirdiğimi hiç hatırlamam. Hep kendi arabalarıyla gelirdi. Mesaiye gayet dikkat ederdi. Sonra her şeyi affederdi. Görevlerini ihmal edenlere hüsnü niyetle nasihat eder, ceza yönüne hiç gitmezdi.  Kutlu Aktaş burada Kaymakamlık yapmış. 1965’lerde falan herhalde, onunla çalışmış. Hulusi Efendi o zaman vekilmiş. Hatta “Hocam herkes sizin kadar mesaiye dikkat etse tamam” dermiş. Öylede takdir edermiş.

- Son olarak size Hulusi Efendi (k.s) ’yi anlat deseler nasıl anlatırsınız?

- Ben gördüğüm insanlardan ondan daha muhterem bir insanla karşılaşmadım. İnsanlık ancak onda tekâmül etmiş. En ufak bir hatalı davranışını, bir kötü kelimesini ağzından işitmedim. Elinden geldiği kadar memleketin bütün hizmetlerine koşardı. Yapılan bütün işlerin başında olurdu. Bütün derneklerin başkanı olurdu. Gittiği yerde işi bitirirdi hem de fevkalade, kötü bir şeyler onun yaptığı işlerde asla olmazdı. Bir şey alınacağı zaman derdi ki, “en iyisini alın oğul”. Yapılacak şeyin en iyisi yapılacak, alınacak şeyin en iyisi alınacak. Kötü şeye para vermez, kötü şey almaz. Her şeyin en iyisinin olmasını isterdi. Zaten memlekette onun eseri. O olmasaydı buraya okul yapılmazdı. Okullarda olmasa Darende ölmüştü.

Bu hizmetlerin farkında olmayanlar ruhu kör olanlar. Kalbi kör olanlar, gözü zaten görmüyor. Bu muhterem zatın hizmeti inkâr edilmez. Çünkü meydanda. Allah gani gani rahmet etsin. Hatta şöyle bir şey söyleyeyim size; şimdi Hacı Hasan Efendi öldü o ocak kapandı. Hacı Hasan Efendiyi takip eden olmadı. Bazı şahısların düşüncelerinde, Hulusi Efendi ölürse o ocakta kapanır, diyorlardı. Öyle görüyorlardı. Öyle olmadı Elhamdülillah.

- Konu açılmışken müftülük kâtibi olduğunuz için Hamidettin Efendiyle de çalışmışlığınız var vekil iken.

- Beraber fotoğraflarımız da var. 1987’de Hamid Efendi Darende’ye geldi. Hamid Efendi geldikten sonra ekseri Müftü Vekili o olurdu. Hamid Efendi o gençliğine göre fevkalade olgun bir insandı. Hal ve hareketleri çok olgundu canım. Aynen Hulusi Efendi gibi…  Mesela bizim zamanımızda vekildi. Tabi muameleyi hep ben yaparım. Bana da son derece itimatları vardı. Elimizden geldiği kadar, bizim de 20-25 sene kadar bir tecrübemiz var. Yazılacağı yazar, çizileceği çizerdik.

- Hulûsi Efendi (k.s) ’den sonra yapılan hizmetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Az öncede söylediğim gibi, Hacı Hasan Efendi vefat etti kapısı kapandı ama Cenab-ı Allah bu kapıyı kapatmadı. Kapanmadığı gibi daha fazla ileri gitti. İleri gitmesi için imkânlar da müsait oldu. O zamanlar maddiyatlarda bu kadar yoktu. Hoca Efendinin zamanında halkta bir şey yoktu. Mesela cami yapılacak halktan ufak ufak paralar toplanırdı. Şimdi imkânlar büyüdü. Allah bütün hayır sahiplerinden razı olsun. Hamid Efendiye de Rabbim uzun ömürler versin…

Allah Hulûsi Efendi’ye gani gani rahmet etsin. Şefaatine bizleri nail eylesin…