Cemil Gülseren


Üfürükten teyyare


Okumadıysanız da duymuşsunuzdur en azından. Hoca Nasreddin pazarı dolaşıyormuş.  Papağan satan adamın önünde durmuş. ‘Ne kadar bu?’ diye fiyatını sorunca “5 akçedir hoca” cevabını alınca Hoca doğru eve yollanmış. Hindisini kucaklayıp gelmiş. O da girmiş satıcılar arasına. Derken sorarlar hocaya bu ne kadar? 10 akçedir deyivermiş. Aman hocam olur mu öyle şey? Ne özelliği var bunun. Papağan bile 5 akçe ederken, onun ne özelliği var? O konuşur. O da bir şey mi? Bu (hindi) de düşünür. Az şey mi bu? işte böyle dostlar. Konuşmak daha rağbet görürken, düşünmek de neyin nesi? O ne işe yarar ki? Ya yazarlık?... Konuştuğunu yazar, düşündüğünü yazar, gördüğünü yazar. Gel gör ki insanımızın ne yazıyı,  ne yazarı hakkıyla takdir ettiğinden emin değilim. Taklitçiler, şovmenler daha çok tutuluyor. Bir yazarlara bakın bir de gösteri sanatçılarına. Eskiden bir de padişahın soytarıları vardı. İşi gücü saray ahalisini güldürmekti. Şimdi de varlar.

Yazarın Duası

Her yazar bunu ilk ben yazdım duygusuna kapılır gibi geliyor bana. Ya da ben öyle zannediyorum. Yazarın gururdur beni böyle düşünmeye sevk eden. Öyle sanıyorum ki dünyayı değilse de yeni bir keşif yapıyormuş hissi uyandırır yazanda yazdıkları. Halbuki dünyanın neresinde kim bilir kaç yüzyıl önce de birileri yazarken aynı şeyleri muhtemelen hissetmişti. Her yüzyıl çok iddialı olur ama belirli periyotlarla (her 10-20 yıllık süreçler) her düzen kendi ünlüsünü ortaya çıkarır. Ben neymişim dedirtir. Ben erişilmez, eline su dökülmez yeri hiç mi hiç doldurulamaz biriyim sanır kendini. Farkında mısınız ünlü veyahut ünsüz yazarlar, şairler (Aşıklar, halk şairleri hariç. Çünkü onlar usta çırak ilişkisi içinde el alır, el verirler. Tarzları zaten böyledir.) öyle kolay kolay yerine birini hazırlamazlar, yetiştirmezler. Ancak ve ancak onları izleyen vardır. Onun yolunda gidiyorum diyebilenler vardır. Onun izinde olmak, kitaplarını almak yazara kitapları imzalatmak bile keyif verir okuyuculara. Üniversite camiasında bile eskiden daha çok yaygın olan yerine hoca yetiştirme geleneği iyice azaldı. Doktora öğrencisi yetiştirirler, doçent olurlar, profesör de. Ancak kendi zirvelerini zorlayacak birikime ve yeteneğe sahip olmasından pek mutlu olmazlar. Ölene kadar sahada yalnızca ben otorite olayımdan başka bir şey değildir bu kanımca. Öldükten sonra da zaten kitaplarım kalanlara, sonraki nesile yeter derler. Hatırlıyorum da 1970-1980’li yılların o ünlü anlı şanlı hocaları, mesleğin pirleri, duayenleri unutuldu gitti. Şimdi yeni kuşaklar yeni ustalar, üstatlar biliniyor, tanınıyor. Tıpta, hukukta, Siyasal bilimlerde, dış politikada, iktisat ekonomi ve de edebiyatta hâsılı her alanda yeni çehreler yeni yüzler hep olacak. Popülerite bilimde de var, sanatta da, hatta siyasette de. Hani nerede o Bölükbaşılar, Feyzioğulları, Çağlayangiller, Kasım Gülekler, Ecevitler, Türkeşler. Türkiye’de siyaset genellikle “Tek Adam” anlayışından uzaklaşamaz. Temeli böyle atılmış çünkü. İkinci adamın esamesi pek okunmaz. Parti bölünür sayılır. Özellikle ortanın soluna bakın demeyeceğim merkez sağdakiler de, milliyetçi söyleme sahip partilerimiz de hep tek adam zihniyetine dayanmaktadır. Siyasette potansiyel rakipler aynı partide bile kolay harcanır. Tahammülümüz yoktur. Oldum olası tahammülsüz bir milletiz belli ki. Kimse kendi eliyle kendi rakibini parlatmaz. İpini kendi eliyle çekmek gibi bir şeydir onun için. Keşke bu görüşlerime saçma deyip geçebilseniz. Ciddiye almasak, olur mu öyle şey desek ama maalesef hepsi kabulü güç gerçektir. İtirafı daha da zordur. Bir Türkiye gerçeğidir. Bir Türkiye klasiğidir. Kıskançlığın eliti böyle olur işte. Hem de en alasından.

Ah kıskançlık sen neymişsin?

Sen dünya gerçeğisin, Sen nefissin, Sen nefesimiz kadar bize yakınsın.

Sen şeytansın, Sen hırssın Sen var ya kıskançlık sen sadece kardeşler arasında, gelinler, eltiler, görümceler arasında değil insan olan her yerde, iki kişinin olduğu her ortamda üçüncüsün sen.

Ayna ayna söyle bana

Benden güzeli var mı?

Var

Dünya dünya söyle bana

Benden güçlüsü var mı?

Var

Lokman lokman söyle bana

Benden sağlıklısı var mı?

Var

Karun karun söyle bana

Benden zengini var mı?

Var

 

Ey Cengiz, Ey İskender, Ey Napolyon! Sizden ünlüsü var mı?

Zamanınızda yoktu, ya şimdi, çook. Oysa siz şimdi yoksunuz yook.

Ey İskender, bir küçük sivrisinekten bulaşan mikroptan öldün değil mi?

Asırlardır aynalar göstermiştir ama aynalara bakanlar hep değişmiştir. Bakmışlar gitmişler. Haydi aynayı da kıskanın. Durmayın oradaki sendin. Sen gittin aynalar hâlâ duvarda.

Ey en güzel, Ey en güçlü, Ey en gani

Sen bizim çirkinliklerimizi, zayıflıklarımızı, acizliklerimizi, kusurlarımızı görüyorsun görmesine de bağışlar mısın, hoş görür müsün? Örter misin, affeder misin? Kıskandıklarımızı da biliyorsun, kıskananları da, kıskanılanları da.

Sen hep vardın. Beni de, bizi de Sen yarattın. Ben “Sen”den geldim yine sana geleceğim.

Asiller, ünlüler, elitler; halk, avam, geda hepsi diyecekler elveda.

 

cemil.gulseren@usak.edu.tr