Musa Tektaş


Kıbrıs barış harekatı...


Kıbrıs barış harekâtı ve

Darendeli Gazi Mustafa Mert

Kıbrıs adası, 9282 kilometre kare yüz ölçümü ile Akdeniz’in en büyük adası olup Türkiye’ye 65, Yunanistan’a 965 km. uzaklıktadır. Jeopolitik açıdan Akdeniz’de çok öneme haiz bir konumdadır. Türkiye’ye yakınlığı, İskenderun ve Mersin Körfezlerini kontrol etmesi, Akdeniz’in doğusundaki deniz ulaşımı, İsrail ve Suriye’nin liman ve sahillerinin güvenliği, Türk boğazları ve Süveyş Kanalı’nın emniyeti, Ortadoğu petrolleri ile petrol nakliyatı Kıbrıs adasının önemini artırmaktadır. Kıbrıs adası bu konumu ile Doğu Akdeniz’de bir uçak gemisi, füzeler için bir rampa, Anadolu’yu güneyden istila için bir atlama taşıdır. Yunan adaları ile Ege bölgesi Anadolu’nun güneyinden de kuşatılmasını tamamlayabilecek önemli bir bölgedir. Türkiye’nin güvenliği için Kıbrıs yüksek bir değer ifade eder.

300 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan Kıbrıs; 1877–78 Osmanlı-Rus Harbi’nde Osmanlıları destekleme karşılığında 1878’de İngiltere’ye geçici olarak bırakılmıştır. İngiltere, I. Dünya Savaşı’nın başında, Kıbrıs’ı bir oldu-bittiye getirerek ilhak ettiğini açıklamıştır.

Kıbrıs İngiltere’nin idaresi altında iken, Kıbrıs kilisesi, Ada’yı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan Enosis (birleşme) çabasını yoğunlaştırdı. Enosis hayali Kıbrıs sorununun temelini teşkil eder. Enosis’i gerçekleştirmek için 1955’te EOKA adında bir terör örgütü kuruldu. Bu örgüt İngilizlere ve Türklere karşı silahlı şiddet hareketlerine başladı. Buna karşılık Türk tarafında TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurularak EOKA ile mücadeleye başlandı.

Kıbrıs, Londra ve Zürih Garanti ve İttifak Antlaşmalarıyla 1960 yılında bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktı. Bu antlaşmaya göre; hükümetin ve icra unsurların %70’i Rum, %30’u Türklerden teşkil edilecek, Bakanlar Kurulu 7 Rum, 3 Türk’ten oluşacaktı. Bir papaz olan Makarios (asıl adı Mihail Hristodolu Muskos) Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük de Cumhurbaşkanı Yardımcısı oldu. Garanti Antlaşmaları ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör devlet oldular. İngiltere, iki askeri üs (Agratur-Dikelya) elde etti. Adada Türkiye 650, Yunanistan ise 950 kişilik kuvvet bulundurabilecekti. Garanti antlaşmasına göre, Makarios Türklere verilen hakları çok görerek Türkleri tamamen yok etmeye kalktı.

Yunanistan adaya gizlice çok sayıda asker çıkardı. Kıbrıslı Türkleri ortadan kaldırmak ve Enosis’i gerçekleştirmek için hazırlanan, “Akritas Planı”nını uygulamaya koymak üzere EOKA çeteleri ve Yunan askerleri 25 Aralık 1963’de saldırıya geçerek çocuk, kadın, yaşlılarda dâhil olmak üzere binlerce Türk’ü vahşice katlettiler. Rumların Erenköy’e de saldırmaları üzerine, Türk jetleri Kıbrıs üzerinde uyarı uçuşu yaptılar. Panikleyen Rumlar saldırılarına son vermek zorunda kaldılar. Türkleri katletmek için Kanlı Noel olarak tarihe geçen bu vahşet karşısında Batılı devletler her zamanki gibi seyirci kaldılar. Rum-Yunan ikilisi bu saldırılarıyla; Türklerin eşit siyasi haklarına ve ortaklığına dayalı olarak kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkmışlar, Bu cumhuriyetin temelini teşkil eden Zürih ve Londra antlaşmalarını tek taraflı olarak fesh etmişler ve Türkleri Kıbrıs’ın yönetiminden dışlamışlardır. Anadolu’yu işgal eden Yunan Ordusu’nda da görev alan Grivas adındaki eli kanlı bir EOKA’cı ile Yunanlı subayların idaresindeki Rumlar 1967 yılında bu sefer Geçitkale-Boğaziçi’ne saldırdılar. Türkiye müdahale için hazırlandı. Türkiye’nin müdahalesinden çekinen Yunanistan askerlerini ve katil ruhlu Grivas’ı adadan geri çekmek zorunda kaldı.

Mart 1963 tarihinden itibaren Ada’da göreve başlayan Birleşmiş Milletler Barış Gücü, Türkleri Rumlara karşı koruyamamış ve katledilmelerine de seyirci kalmıştır. Kıbrıs’ta görev ve sorumluluklarını yerine getiremeyen, barışın sağlanmasında etkinlik gösteremeyen BM. Barış Gücü, Rumların etkisine girerek kendisine duyulan güveni tamamen yitirmiştir.

Türkiye, Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974 tarihinde yapılan darbe ilgili olarak diğer garantör devlet olan İngiltere’den Londra ve Zürih garanti antlaşmaları gereği, birlikte müdahale edilmesini istemiş, fakat İngiltere Türkiye’nin bu isteğini geri çevirmiştir. Türkiye bu olupbittiye son vermek için tek başına Kıbrıs’a müdahale etmeye karar vermiştir.

Kıbrıs Barış Harekâtı’na 6. Kolordu Komutanlığı emrinde; 28. Motorlu Piyade Tümeni, 39. Piyade Tümeni, Hava İndirme ve Komando Tugayları, Gösteri Tatbikat Alayı, Amfibi Deniz Piyade Alayı, Jandarma Komando Taburları, Bayraktarlık emrindeki Mücahit Birlikleri, 650 kişilik Kıbrıs Türk Alayı ile idari ve lojistik destek birlikleri katılmıştır. İlk harekât 20 Temmuz 1974 sabahı, Türk uçaklarının bombardımanıyla, ikinci harekât ise Cenevre Konferansı’nın başarısızlığa uğraması üzerine, 14 Ağustos günü yapılmıştır.

Yazımızın bu kısmında Kıbrıs Barış Harekâtına katılan gazilerimizden Darende7nin Yazıköy köyünden olan Mustafa Mert’in hatıralırına yer vereceğiz.

KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI HATIRALARI

İkinci harekât 14 Ağustos 1974’de başladı. Ben ikinci harekâta katıldım. Harekâta katılmadan 10 gün önce savaş hazırlığı yaptık. Bu hazırlık, Ankara Etimesgut Zırhlı Birlikler Tümeninde 20 Temmuz–1 Ağustos tarihleri arası yapıldı.

Hazırlık yapıldıktan sonra bizim bölükten Gösteri Tatbikat Alayı Keşif Bölüğüne benimle beraber iki kişiyi seçtiler. Burada bana, ikisi 9’ar kiloluk makineli tüfek, birisi Kırıkkale marka tabanca olmak üzere 3 adet silah verdiler. Bölüğümüzde bu hazırlıklar yapılırken kullanacağımız 70 adet tanklar da tren yolu ile Mersin’e ve oradan da gemilerle Kıbrıs’a taşındılar. Bizler de alay olarak 3 Ağustos 1974 tarihinde yola çıkarak karayoluyla Konya-Mut-Silifke güzergâhından 4 günde Mersin’e geldik. Bu arada Genel Kurmay Başkanımız Semih Sancar Paşa bizler için büyük bir uğurlama töreni yaptırdı. Geçtiğimiz yollarda ise halkın büyük sevgi ve ilgisiyle karşılaştık. Havadan uçak ve helikopterler yolculuğumuz esnasında bizlere eşlik ettiler. Mersin’de 4 gün kaldıktan sonra 11 Ağustos Günü saat: 16’da ikindi sularında gemilere bindik. 12 Ağustos sabahı saat 9 sularında alay olarak Girne’ye ayak bastık. Çıktığımız mevkii İbrahim Karaoğlanoğlu’nun şehit olduğu yerdir. Halen burada 58 şehidimiz yatmaktadır. (Allah ruhlarını şad eylesin…) 12 Ağustos 1974 öğle saatlerinde tekerlekli vasıtalarla Beşparmak dağlarını aşarak Lefkoşa’nın karşısına geldik. Geldiğimiz yer Rum askerlerine 150 metre kadar yakındı… Harekâta katılan tanklarımız Rum mevzilerinin yakınlarında kamuflaj olmuş bizleri bekliyorlardı. 13 Ağustos 1974 tarihinde 1 gün süreyle savaş eğitimi yaptık. Akşam komutanlarımız ertesi günü yani 14 Ağustos 1974 sabahı saat 6’ya 20 kala savaşın başlayacağını söylediler.

14 Ağustos 1974 sabahı 6’ya 20 kala uçaklarımız havadan, tanklarımız da karadan Rum mevzilerini bombalamaya başladı. Bu arada piyade askerleri de arkadan, hep bir ağızdan ‘Allah Allah’ sedalarıyla ilerlemeye başladılar. Harekât en az 3000–4000 askerle başladı. Rum askerleri ellerinde silahlarla Güzel Yurt, Paşaköyü ve Magosa’ya doğru kaçmaya başladı. Beşparmak dağlarındaki ormanlar ve otluk alanlar yanmaya başladı. Tozdan ve dumandan hiçbir şey görünmez oldu. Tabi ki hava şartları olarak da hava sıcaklığı 40 ile 50 derece arasındaydı.  Ter ayaklarımızdan akarsu gibi akıyor, bunaltıcı sıcak aman vermiyordu.

 Harekâtın başlamasından 3–4 saat sonra bir tepenin üzerinde bulunan askeri karargâh gibi bir yere geldik. Buradan askerler su içmeye başladılar. Bu arada binbaşı olan komutanımız, karşıdan bomba atabilirler diye bizleri uyardı. Komutanın bu sözünden 5 dakika sonra atılan bir havan mermisi 50 metre önümüze düştü. Arkadan havan mermileri yağmur gibi yağmaya başladı. Ben ve 3–4 komutanım hemen bir tankın altına girdik. Bu saldırı sonunda 30 kişi şehit oldu, 40 kişi de yaralandı. Havan mermilerini, Rum askerleri konsolos binasından atıyorlardı.  Bu mevziinin yerini pilot binbaşı olan bir komutanımız havadan tespit etti ve oraya 100 adet geri tepmesiz top atıldı. Bina isabet alıp infilak etti ve yanmaya başladı.

Harekât bütün hızıyla havadan ve karadan devam etmekteydi. Bir gün sonra saat 12 sularında o mevzii tespit eden pilot binbaşıyı şehit düşürdüler. (Allah ruhunu şad etsin) Harekât Magosa’ya doğru devam etmekteydi. İkindi sularında bir köye varmıştık. Köyde hiç erkek kalmamış, sadece kadınlar kalmıştı. Beylerini ve erkek çocuklarını öldürmüşlerdi. Bizlere sarılmaya başladılar. Sizleri buraya Allah gönderdi diye şükrediyorlardı. Ağlıyorlardı, bizlerde dayanamayıp ağladık. Mataralarımıza su çantalarımıza ekmek koymuşlardı. Akşamüstü hava alanına vardık.